Feci'nin Blogu

19 Mart 2017 Pazar

İSTANBUL KIRMIZISI


                                  İstanbul Kırmızısı (Nasıl Bir Kırmızıydı o öyle?)
İstanbul Kırmızısı… Bu hafta çok konuşuldu. Face arkadaşlarımın yazışmalarında film hakkında tartışmalar oldu. Beğenenler, beğenmeyenler, hayal  kırıklığı yaşayanlar, mutlaka görün diyenler, sakın gitmeyin diyenler… Durum böyle olunca çok merak ettim bir de ben göreyim dedim.  Bu yazıyı da filmi görmeyenler için değil görenler için yazdım. (Bu tartışmadan eksik kalmayayım bir de ben maydanoz olayım diye)

Filmin adı bence çok güzel.  İstanbul Kırmızısı… Motive edici bir başlık ve gerçekten de filme o motivasyonla başlıyorsunuz.  İstanbul.  Istanbul’un o inanılmaz insanı çarpan Avrupa’nın cazibesinin  ile Doğu’nun büyüsünün  Boğaz’ın sularında  birbirine karıştığı  o muhteşem coğrafya.   Bütün haşmeti ile beyaz ekranda zaten sizi hemen kırmızıya boyuyor… Hemen ardından yakışıklı adamlar ve güzel kadınlar ekleniyor kırmızıya… Yani başlangıç çok güzel. Kıpkırmızı başlıyor. Ama film ilerledikçe soluyor  o renk. Sonuna doğru biraz sıkıldım bile diyebilirim.  Film bittiğinde  güzel miydi yoksa değil miydi ,bu filmi sevdim mi ben şimdi gibi sorular oluyor  oldu aklımda... Ya bazı şeyler  çok mu anlamsızdı  ya da ben mi o katmanları anlayamadım filan… ( filmin kitabı var bir Ferzan filmi, ayrıca filmi beğenen arkadaşlarım var  bütün bunlar nedeniyle insan kendini de suçluyor ve  haliyle kendinizi baskı altında hissediyorsunuz )

Mesela filmin bir sahnesi çok etkileyiciydi hiçbir baskı altında kalmadan bu sahnenin özellikle çekimine ve yüz ifadelerine bayıldım. Halit Ergenç ile Zerrin Tekindor’un  saatçi dükkanında  bir zaman metoforunda zamansızlığı ve aynı zaman da zamanın hesabının sorgulandığı ı sahne.. Kadının mutsuz  gözleri,  Halit Ergenç’in yüz ifadesi… Burası çok etkileyiciydi.

İyi de çok anlaşılmayan bir yere oturmayan hatta saçma sapan şeyler de vardı bence.  Travmatik bir olayın acısı ile bütün hayatı dağılmış ve Londra’ya kaçmış editör Orhan iş için döndüğü istanbul’ da aniden Neval’e aşık oluyor. (neden aşık oluyor, ne kadar klişe ve derinliksiz) Neval, Deniz’in romanındaki güzel kadın. Deniz’in sevgilisi mi yoksa dostu mu? Romanda sevgilisi ve sanki gerçek hayatta da öyle mi değil mi belli değil. Bir gecelik ilişkiden söz edildi bir yerde.  Ayrıca bir de hem romanda hem filmde Yusuf karakteri var. Deniz’in çocukluk arkadaşı ve aralarında bastırılmış mı bastırılmamış mı belli olmayan bir homoseksüel ilişki. Deniz ve Yusuf’un ilişkisi zaten filmin en başından anlaşılıyor. Ama hiçbir derinliği yok bunun da. Çocukluk anıları ve köpek hikayesi cezalandıran ebeveyn ilişkisi ile tuhaf bir sos yapılmış.

                Daha da ilginci… Deniz, Neval ve Orhan birlikte zaman geçiriyorlar. Herkes  Neval’e aşık meğer  Neval evliymiş. Halit Ergenç Neval’in evine yemeğe davet edildiğinde yemek  sırasında  ortaya çıkan  kocayla öğreniyor bunu . Biraz komedi filmi gibi olmuş burası. Sonra zılgıtı yiyince yani Neval ’in evli olduğunu  öğrenince hayal kırıklığı içinde  kusura bakmayın diye kocasının  şefkatine sığınıyor. Burası daha da komik olmuş. Kocasının verdiği cevaba,  film komedi olarak tanımlansa kahkahalar ile güleceksin. Zaten sessizce de olsa güldüm valla.  Kocası şöyle dedi:  haklısınız ben de ona aynı dediğiniz gibi aşık oldum ama önce ben onu gördüm ne yapalım kader böyleymiş…” yani bu cevap komik ötesi hele böyle ağırbaşlı bir filmde skandal.  Çeviri filan olsa acaba yanlış çeviri mi diyeceğim ama…

Filmin ana metninde Deniz ortadan kayboluyor,  Yusuf romandaki gibi intihar ediyor, Orhan Deniz’in ağzından Yusuf’tan nefret ettiğini yazdı ve bunu Deniz yazmış gibi telefonda Neval’e okudu.  (Neval hala sevdiği adamla evli bu arada)

Filmin en sonunda  Orhan, Yusuf’un ona anlattığı gibi yüzerek  boğazı  geçmeye çalıştı… Neden öyle yaptı kendini Yusuf yerine mi koydu bilemedim.

Belli ki Ferzan Özpetek bir şeyler anlatmaya çalışmış. Olmamış bence. Tabi ki kişisel görüşüm bu. Ama İstanbul her zamanki gibi yine göz kamaştırıyor. İstanbul için, Zerrin Tekindor ve Halit Ergenç’in saatçi dükkanındaki sahne için ve Tuba Büyüküstün’ün ifadeli yüzü için seyredilir. Tabii ki Ferzan Özpetek’in hatırı için de.
                                                                                                               Feride Cihan Göktan