Feci'nin Blogu

24 Mayıs 2025 Cumartesi

Van is One (başlık yüksek sesle okunacak)

                                                Van is One (lütfen başlığı yüksek sesle okuyunuz) 


    Van is one. Gerçekten Van bir tane. Dünyada bir tane. Ferit Melen hava alanına inerken rüzgar nedeniyle inen uçağın sarsıntısı Van’ı ve özellikle çevresini gezerken gördüklerimle devam etti. Hatta şu an gezinin üzerinden bir hafta geçtiği halde, halen bana ne oldu ya, nasıl şeylerdi o gördüklerim, diye düşünmeye devam ediyorum. Sarsıntı devam ediyor yani. 
     Şu yandaki haritada gördüğünüz göl ve  çevresini ve saparak devam eden Muradiye ve Doğu Beyazıt‘e kadar giden bir yolculuk. Beş günlük bu müthiş programı nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Asırlar önce Evliya Çelebi’nin havasına suyuna gölüne âşık olup me

thiyeler düzdüğü bu şehri, Yaşar Kemal’in o hülyalı bakışı ile şiirler yazdığı bu atmosferi naçizane ben nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Bir şehir düşünün ki içinde bütün bir dünya, her türlü coğrafya ve tarihin neredeyse sekizinci yüzyıla kadar dayanan katmanları, dinlerin, savaşların, mitolojinin hercümerç olduğu bir geçmiş ve bütün bu insanlık tarihine eşlik eden muhteşem bir doğa üzerine kurulmuş. Dağlar, yaylalar, ovalar, nehirler şelaleler, meralara yayılmış koyunlar, balıklar ve martılar, her türlü renk. Öyle ki yol alırken pencereden sağa mı sola mı nereye bakacağınızı şaşırıyor şaşkınlıkla gördüklerinizi sabitlemek için durmaksızın fotoğraf çekmeye başlıyorsunuz. Aklınızda kalmayacakmış endişesiyle. Oysa hepsi, bu muhteşem görüntüler zihninizde ne kadar karışırsa karışsın beyninize çakılacak gibi. 

     Ağrı Dağı. O muhteşem şey… “Şey” demek daha uygun gibi. O nasıl bir duruş! Açık mavi bir gökyüzünün altında salkım saçak etekleri ile oturmuş beyaz duvağı ile süzülen bir gelin gibi. Gözünüzü alamazsınız. Ama kaçırdığınız bir şey var bu arada. Yanındaki nedimesi. Küçük Ağrı… O da kraliçesinin yanında bütün sevimliliği ile öylece oturuyor. Onu görmezlikten gelmeyin lütfen. Gerçi uzun bir süre her ikisi de bir sağ tarafınızda bir sol tarafınızda bazen de ön camda üzerlerindeki bulutların yer yer şekil değiştirerek eşlik etmesiyle görünmeye devam ediyorlar.

           Doğu Beyazıt yolu üzerindeki Muradiye Şelalesi. Aman Allah’ım o ne? Beyaz köpükleri ile tonlarca suyu aniden binlerce kova ile yerçekiminin hızlandırdığı bir dikeylikte üstelik şakırtılı coşkulu bir sesle döküyorlar gibi. Derin yamaçları üzerindeki köprüsü ve çevresindeki yeşilin bütün tonları ile inanılmaz bir manzara içindesiniz. Başka bir şey düşünmenize imkân vermeyecek bir atmosfer. Bu manzara karşısında büyülenmiş gibi çayınızı yudumlarken bütün ruhunuz da o şelalede yıkanıyor gibi. 

 Van Gölü zaten herkesçe malum, göl kelimesinin hiç de uymadığı bir coğrafya. Van Gölü bir derya deniz. Uçaktan da baksanız, yerden de baksanız, sağdan da soldan da nereden bakarsanız bakınız bir derya deniz. Öbek öbek yeşilliklerle çevrelenmiş uçsuz bucaksız pürüzsüz bir turkuaz mavisi deniz ve yer yer yerleşim yerlerini sarmalayan uçsuz bucaksız pamuk pamuk bulutların ve heybetli dağların eşlik ettiği bir gökyüzü. Güzellikte birbirleri ile yarış edercesine çevresine sıralanmış Edremit, Gevaş, Ahlat, Adilcevaz. Gevaş’tan tekne ile Akdamar adasına gitmeden olmaz. Ada yedinci yüzyıla uzanan tarihi ile dimdik ayakta kalmış Akdamar kilisesinin ihtişamına ve geçmişinin büyüsüne kapılmamak elde değil. Akdamar adası efsanelerle, mitolojik öykülerle örülmüş bir ada ve bu güzelliğe yaraşacak hüzünlü bir romantik aşk hikâyesinin adı ile anılıyor. Ah Tamara! 



Ah ah! Neredeyse başka bir güzelliği unutuyordum. Beni çok etkileyenlerden bir başkası da Iğdır/ Tuzluca’da gördüğüm antik dönemlerden kalma kayalıklardan oluşmuş Tuz Mağarasıydı. Bu mağara zannedersem çok yakın bir tarihte gezip görmeye açıldığı için pek bilinmiyor. Çoğumuzun ismini yerini daha önce hiç duymadığımız bilmediğimiz aniden karşımıza çıkan inanılmaz ve anlatılamaz güzellikteki Tuz mağarası. Labirentler ve girdaplarla devam eden devasa kayalıklardan oluşmuş bir mağarada yarı loş ve buzsu bir sessizliğe karışarak akis uyandıran sufi bir müzikle birlikte bir hayal aleminde yürüyor gibisiniz. Aynen uykuda renkli bir rüyanın içindeymiş gibi. Bu mağaranın fotoğrafları bile başınızı döndürmeye yetecek gibi. Tek kelime ile inanılmaz. Zaman ve yer darlığından yazamadığım ve ayrıca inanıyorum ki daha görmediğim veya göremediğim bir sürü güzellik var. Aslında yazmanın ve  anlatmanın yetmediği sadece kendi gözlerinizle  görüp derinden hissedebileceğiniz bir coğrafya olarak tarif etmek belki daha doğru. Dünyanın en güzel yerlerinden birini görmek kısa bir süre olsa da bu güzelliği yaşamak için Van- Iğdır-Doğu Beyazıt coğrafyasını gezin. Hem de birkaç kere… 
 Van is one. 
                                                                                                          Feride Cihan Göktan
                                                                                                            mayıs 2025










2 Mayıs 2025 Cuma

Huu Komşi, Biz Geldik! Aç Kapıyı!

 

                                               Huu  Komşi,  Biz Geldik!  Aç Kapıyı!

Huu Komşi! Biz geldik . Aç kapıyı da girelim! Yolculuğumuz böyle başladı. Yıllardır kim bilir kaç yıldır, kaç yüzyıldır içlidışlı olduğumuz,  kimi zaman ilişkilerimizi gözden geçirdiğimiz kimi zaman birbirimize yardım ettiğimiz neredeyse et tırnak gibi olduğumuz kapı komşumuza bir grup arkadaşımla gittim.  Kapı kuleyi otobüsle geçmenin heyecanı… Bu kadar yakın ve neredeyse iç içe geçmiş kocaman katmanlı bir geçmişin üzerinde adına sınır denilen o uluslararası hukuk kurallarına göre çizilmiş siyasi hattan yürüyerek geçmek.  Hava yolu veya deniz yolu seyahatlerinde fark etmediğimiz o tuhaf  “sınır” duygusu.  Bu karmaşık sınır duygusu ile Bulgaristan’ a geçiyoruz. .

Kapıkule girişinden sonra güzergâhımız boyunca bizi nehirler, dağlar, kayalıklar, kıvrıntılı büküntülü yollar ve kilometrelerce devam eden yer yer henüz çiçeklenmemiş ağaçlar, atkestanesi ağaçları, meşe ağaçları takip etti.  Bir de ruhunuza inanılmaz bir enerji yükleyen uzun uzadıya devam eden bütün parıltısıyla serilmiş kanola tarlaları… İnanılmaz bir renk.  Parlak çimen yeşili mi desem,  topraktan fışkırmış deli bir sarı mı desem,  bilemiyorum.  Göz alıcı ışıklı sarı ve yeşil karışımı parıltılı bir renk hiç değişmeden uzun uzadıya devam ediyor.


Geliş yönümüze göre yukarıya Kuzeye doğru tırmanıyoruz…  Yine yollardaki büyünün devam ettiği görüntüler ve işte yine karşımızda müthiş bir manzara. Veliko Tırnova şehri. Yine tarih yüklü yine doğal manzaraları göz alıcı.  Daha da ileri Romanya sınırına doğru giderseniz Rusçuk.  Benzer motiflerle süslü Bulgaristan’ın başka bir şehri. Tuna nehrinin yanı başınızda uzandığını görmek de ayrı bir heyecan tabii ki… Yüzyıllardır dünya tarihine tanıklık etmiş ve aynen tarih gibi devamlı durmadan akan bir geçmişin ve geleceğin bir noktasındasınız şimdi. Tuna akıyor, zaman da akıyor.  Ben de işte o an o noktada oradaydım.🙂

Bulgaristan’da ilerlediğimiz bu rotada önce kuzeye ve yukarıya sonra hemen Karadeniz kıyısına doğru dönerek aşağıya doğru kıyı boyunca Varna ve Nessebar’a  ulaştık. Artık denizin kenarındayız. Karadeniz oldukça sakin ve masmavi gözümüzün önünde fütursuzca uzanıyor Sahil boyunca devam eden plajlar, ormanlar ve eğlence merkezleri.  Ayrıca tarihi kalıntılar, daracık sokaklar, nostaljik restore edilmiş ahşap evler… Çok renkli bir görüntü.⏳

Tabii ki Bulgaristan’ın en kuzeyine doğru tırmanmışken Romanya’ya kaçamak yapmadan olmaz. Sınır komşusu Köstence’ye de kısa süreliğine bir uğrayıp orayı da bir görelim. Köstence de Varna gibi Karadeniz kıyısına yerleşmiş  güzel bir kent. Karadeniz’in en büyük limanı. Denizin sakin uzanışı, martıların kanatlarını çırparak gemiler üzerinde seyirleri, büyük ve sakin sahil yolu ile ferah feza bir atmosferin içine düşüyorsunuz. Sahil şeridinin ve o devasa meydanının ortasında heykelleri, sütunları ve bütün haşmeti ile yerleşmiş kocaman bir mimari yapı.  Aziz Petrus ve Pavlus Katedrali. 19.yüzyıl sonlarına ait Art Nova mimarisiymiş. Bu dinginliğin içinde caddeleri, evleri ve eskinin zarif estetiği ile Köstence çok güzel bir Avrupa şehri.


Tüm güzergâhımıza tarih sinmiş gibiydi.  Milattan önceye uzanan bir geçmişin o bilinen ve bilinmeyen gizemi de içine yerleşmiş ve hiç de gençleştirilmemiş yüzü ile yaşlanmış ve biraz da yıpranmış şehirler. Ancak modernize olmamış bu olağan halleri ile çok güzeller.

Tabii ki geçmişin bu kadar derinliğine ve milattan öncesine uzanan bu kadim ülkeleri ve şehirleri dört gün gibi kısacık bir zaman diliminde ne kadar görebilir veya hissedebiliriz ki? Defalarca gelmek ve günlerce buralarda dolaşmakla belki kayda değer bir şeyler anlamak ve anlatmak mümkündür. Bu gördüklerimiz devede kulak sayılır bence.

Yalnız Bulgaristan ve Romanya’ya Türkiye’den bakışın ilginç bir tarafını da yazmadan bu metni bitiremeyeceğim!👓

Bu iki ülke caddeleri, evleri, yerleşimleri, vitrinleri, kılık kıyafetleri, kullandıkları arabaları ile o kadar mütevazı, o kadar mütevazı görünüyorlar ki biz Türkiye’den gidenlerin gözünde sanki fakir bir ülke görünümündeler.🤔 İnternetten baktığım kadarı ile asgari ücretleri Türkiye ile benzer. Ancak alım güçleri bizden çok farklı. Bizde Euro,  TL’nin neredeyse 45 katı iken, Bulgaristan’da bu fark sadece 2 İnsan ister istemez nasıl yani diyor?😲 Avrupa Birliği üyeliğine kabul edilmiş olmak mı bu avantajı getirdi yoksa bu mütevazı görünümü yani ayağını yorganına göre uzatması mı Avrupa Birliği’ne hazırladı, bilemiyorum.  Tabii ki başka faktörler de var ama bu fark çok dikkat çekici. ( Romanya’da da Euro, doların sadece 5 katı. Bizimle arasında yine kıyas kabul edilemeyecek kadar fark var) 

Özetle tekrar gidilesi yerler derim.

                                                                                                                            Feride Cihan Göktan

                                                                                                                                  Nisan 2025