Feci'nin Blogu

17 Mart 2019 Pazar

BİR FOTOĞRAF ÜZERİNE (fotoyu buraya koymadan)


BİR FOTOĞRAF ÜZERİNE (fotoyu buraya koymadan)
Şimdi buradan bir şey tartışmak istiyorum.  Maksadım sosyal medyadaki siz arkadaşlarımla bir konu hakkında konuşmak. Biliyorum ki aranızda fotoğrafçılar ve hatta gazeteciler var.  Konu şu fotoğraf meselesi. Artık her an hemen ulaşabildiğimiz,  anında cebimizden çıkardığımız telefonla şipşak fotoğrafladığımız insan görüntüleri.   Artık görsellik çağında yaşıyoruz ya. İyi de nereye kadar? Geçen gün bir fotoğraf ile karşılaştım. Fotoğrafı buraya koymayacağım. İsteyen açar bakar zaten görmüşsünüzdür…  Fotoğrafta DEMET AKBAĞ’ın eşinin cenazesindeki iyice yakından çekilmiş yüzü var. (Artık biliyorsunuz çok yakından çekmeseniz bile o görüntüyü istediğiniz kadar büyütebiliyorsunuz)  Perişan bir yüz. Acıdan lime lime olmuş.  Her santimetrekaresinden gözyaşı fışkırıyor. Sevdiği bir insanı şanssız bir kaza sonucunda kaybetmenin acısını çok içeriden yaşayan bir kadın yüzü.  Makyajsız, en doğal hali ile ve ağlamaktan renksiz resimde bile morarmış gözaltlarını görüyor gibi oluyorsunuz.  Demet Akbağ’ın çok özel ve bence çok mahrem bir anı. Bu kadar yakından çekilmiş bir fotoğraf ile kişinin çok özeline girmiyor musunuz? Bu fotoğraf her yerlerde paylaşıldı   Face,instagram,tweeterda ..Bütün dünyaya…
Bir insanın çevresinde rakamsal olarak ölçülen alanlar iletişim/Kapsama alanları vardır biliyorsunuz.  Kendi bedeniniz ile 50 cm. arası sadece bize aittir. Özel alanımızdır yani. Daha sonra sırası ile kişisel alan, sosyal alan ve genel alan gelir. Sosyal alan 1.20’den başlar. Zannedersem özellikle insan fotoğrafları çekme ve sosyal medyada yayınlama üzerine daha düşünceli daha duyarlı olmalı ve belki de bu konuda etik kurallar geliştirmeliyiz (belki vardır da ben bilmiyor olabilirim)
Tekrar o acı dolu yüz fotoğrafına dönersek,  böyle bir mahrem anın fotoğraflanması ve vurguluyorum ki bu kadar yakından çekilip sosyal medyada sergilenmesi bence hiç uygun değil.  Hatta keyifli sevinçli anların bile fotoğraflanması bu kadar yakından mutlaka haberdar edilerek veya en azından izin istenerek diğer kişilere gösterilebilinir. Özel alan diye bir şey var arkadaşlar! İnsanın görüntülenmesinin de bir özel alanı olmalı. 
Fotosunu çektiğimiz kişinin meşhur bir insan olması veya olmaması da fark etmez.   Aslında bence bu fotoyu kim çektiyse ve daha da önemlisi kim yayınlamışsa ceza görmeli.  Tamam,  gazetecisin, çekeceksin o fotoğrafı. Görevin. Hepsine tamam.  İyi de o kadar yakın çekime, habersiz  ve izin almadan  ne gerek var. Acısını mı hafifletiyorsun? Ne yapıyorsun?
Bilemiyorum ne düşünüyorsunuz?
                                                                                                            Feride Cihan  Göktan



13 Mart 2019 Çarşamba

O çocuklardan bazıları doktor oldular!





   Aşağıda okuyacağınız yazıyı 2013 14 mart'ında Birgün  Gazetesine yazmışım. Şöyle demişim, yakında cerrah, kadın doğumcu bulamayacaksınız. Hatta doktorsuz kalacaksınız. Yıl 2019 artık  cerrahi, kadın doğum gibi büyük branşlar seçilmiyor. Bu gerçek oldu. Şimdi sıra doktorsuz kalmakta. Neden insanlar bu zor işi bu zor şartlar altında yapsınlar ki? 2013 yılında emekli doktor maaşları çok düşükmüş yazımda belirttiğime göre. Şimdi biraz düzeldi diye biliyorum.(emekli doktor arkadaşlara sormalı )  Sonuçta 2013'ten 2018'e pek bir şey değişmemiş. Hatta doktorlar daha da mutsuz. Hastalar mutlu olabilir mi sizce? 
evet, 14.3.2013 tarihli BİRGÜN Gazetesi yazısı aşağıda. 



                                     O çocuklardan bazıları doktor oldular! 

“Büyüyünce ne olacaksın?”
“Doktor…”
Bir çocuğun gözündeki en masum bakışlarıyla ve daha ötesi öğrenilmemiş en safiyane   söylediği  meslek seçimi…  Bilinçsiz bir önseziyle insan olmanın, insanca yaşamanın ve yaşatmanın arzusunu yansıtır bu istek. Doktor olacak, insanoğlunun yaşam mücadelesinde yardım edecek,  hastalıklarına çare bulacak, ölümle yaşam arasındaki o çizgide hep hayata dair bir şeyler yapacaktır.  
Çocuklar hayal ederler, parçalanmamış, kirlenmemiş, gerçeğin o kavurucu sıcağına maruz kalmamış uzun upuzun hayalleri vardır hep. En içten ve en insanca…
Eminim şimdi bu yazıyı okuyanların çoğunun çocukluk düşlerinden birisiydi doktor olmak; mutlaka hepiniz doktorculuk oynamışsınızdır. Bu arzusunu gerçekleştirenlerin, şimdilerde ona -hayallerinin peşinden koşanlar- diyorlar, çok mutlu olmaları gerekmez mi? Kolay mı adına üniversiteye giriş sınavı denilen kıyma biçme makinesinden en yüksek puanları almış ve tek parça olarak çıkmış diğer eğitimlere nazaran en uzun ve en zorlusunu tamamlamış, çiçeği burnunda bir doktor olmuştur. Kolay değil! Tıp fakültesi mezuniyetlerinde yeni hekimlerin hayal dolu mutlu kahkahalarına, bu ülkede halen hekimlik yapanların hüzünlü bakışları, hatta bazen zaptedemedkleri gözyaşları karışır hep. Bu nedenle tıp fakültelerinin mezuniyetlerinde tuhaf bir burukluk vardır. Gençler ve onlarla ne kadar övünseler az olan aileleri bile ne olduğunu pek anlayamadan asla istedikleri gibi eğlenemezler törenlerinde. Artık yıllardır hayal ettikleri, dünyanın en eski kutsal mesleğinin sahibi olmuşlardır. Ama sakın şaşırmayın lütfen, altı yıllık uzun eğitimleri sonrası mezun olmuş ama diplomalarını alamamışlardır! Hiçbir fakülteye uygulanmayan diploma yasağı tıp fakültesi mezunlarına uygulanır. Doktordurlar ama diplomalarını alamazlar. Alamazlar çünkü mecburi hizmetleri var! Diploma sonra  verilecek.  Bilinmezlerle dolu, gidip de dönmemenin de olduğu, mesleksel zorluklarını puanlama yöntemiyle başarmaya çalışan bu gençler hazırlıksız yakalandıkları bir savaş gibi mücadeleye başlamışlardır şimdi. Bazıları en başlarda telef olur tabii ki, apansız terk ederler bu mesleği. Devam edenler çocukluk hayallerinin kirlendiğini hissetmeye başlarlar yavaştan. Sabahlara kadar süren acil nöbetleri sırasında yorgun vücutları öfkeli hastalarca tartaklanır bazen. Seksen beşinci hastadır, sırası gelmiştir ama doktor sedyede acil gelen bir hastanın peşinden ameliyathaneye çıkmıştır. Ha bir de SABİM var! “Hemen şikayet et. Doktor sana bakmadı mı? Seksen hasta bakan doksan da bakar.  Seninle nasıl ilgilenmez! Nasıl yorulurmuş? Git hemen şikâyet et!”
Öfkeli küfürbaz hatta döven öldüren hastalar ve yorgun, ağlamaklı mutsuz hem de çok mutsuz doktorlar… Hasta doktor arasında olması gereken saygı ve sevginin yerini adına performans dediğimiz ölçüp biçilebilen öfkeye şiddete dönüşebilen bir puanlama şekli almış durumda. Doktor ne kadar çok hasta bakarsa, ne kadar çok ameliyat yaparsa, ne kadar çok tetkik yaparsa o kadar para kazanacak. Nasıl baktığı neye baktığı, ne yaptığı önemli değil tek önemli şey var: kaç tane yaptığı? Kocaman çocukluk hayalleriyle başlayan bu serüvenin, o dünyanın en kutsal mesleğinin geldiği nokta şimdilerde işte budur: kaç tane ve ne kadar?  Bir yandan da şikâyet edilecek baskısı. Mahkeme koridorları. Tam bir cendere… Çocukluk hayalleri artık paramparça olmuştur. Şimdi anlıyor mezuniyet törenlerinde kahkahalara karışan o tuhaf sessizliği.
          Bu kadar zorluk, bu kadar sevgisizlik, bu kadar rakamlara sıkıştırılmışlık olduğu halde insanlar hala bu işi yapıyorlar mı? Bu kadar olumsuzluğa rağmen devam ediyorlar mı, hatta bu doktorlar aptal mı diye sorabilirsiniz haklı olarak. Tabi ki değiller. Türkiye’nin en çalışkan, en akıllı çocukları bu mesleğe âşık olabilirler ama asla aptal değiller. Kendilerince önlemlerini alıyorlar tabii ki:  Türkiye’de doktorluğu belki hemen aniden bırakmıyorlar ama yavaş yavaş bırakıyorlar. Hekimlik bu gidişle çok yakında ne yazık ki bitiyor! Nasıl mı? Biliyorum olamaz diyorsunuz içinizden. 2013, 2012 giderek üç beş yıl öncesine kadar tıpta uzmanlık sınavı denilen TUS sonuçlarına bir bakın. Son yıllarda istenilen uzmanlık dalları içerisinde cerrahi yok, kadın doğum yok, dâhiliye yok, çocuk hastalıkları yok, beyin cerrahisi yok… Bir zamanların en gözde, tıbbın en meşakkatli dolayısıyla hasta için en olmazsa olmazlarını bir diğer deyişle hastaya dokunan belki de en gerçek doktorluğu artık hekimler tercih etmiyorlar. Dâhiliye, çocuk, kadın doğum, cerrahi gibi ana branşlar tercih listelerinin en son sıralarında. Çaresizlikten ve hiç istenmeden yapılıyor. Yakında belki de hiç kimse yapmayacak.  Çünkü onlar aptal değiller! Mezuniyetinde diplomanı bile alama! Sabahlara kadar acil nöbeti tut! Hiçbir gelecek vaat edilmeden en ücra yerlere hem mezuniyet sonrası hem uzmanlık sonrası mecburen git! Hiç olmadık saatlerde kanamalı bir hastan için çağrıl! Bir çocuğun ateşini düşürmek için kendi ateşli çocuğunu evde bırak hastaneye git! Ondan sonra da sana hep kaç tane yaptın, ne kadar yaptın diye sorsunlar ve yıllarca böyle çalışıp emekli olduğunda da eline 1800TL aylık versinler! Düşünebiliyor musunuz? 1800 TL. Şaka gibi. Aslında gerçek bir dram tabii ki…  Türkiye’de doktorluk bitiyor!
Evet, en yeni teknolojiyle en gelişmiş cihazlara sahip donanımlı beş yıldızlı otel kıvamında hastanelerimiz olabilir, bütün tetkikleriniz çabucak yapılabilir, bedeninizin en ücra köşelerini çok kesitli cihazlar veya endoskoplar gösterebilir ama size dokunacak, kanamanızı durduracak, tıkanmış bağırsaklarınızı açacak, yoğun bakımlarda yaşam ölüm mücadelesi verirken sabahlara kadar sizinle birlikte mücadele verecek doktorlar olmayacak artık!
          14 mart Tıp  Bayramı kutlu olsun…

                                                                                                Feride Cihan Göktan
                                                                                              cigoktan@hotmail.com
                                                                                                   mart /2013


       O çocuklardan bazıları doktor oldular! /Olmuştular! /Artık Olmuyorlar!  mart /2019 



6 Mart 2019 Çarşamba

8 Mart Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun.












Bir Ağrıdır Yaşamak
Yayın Tarihi 2019-02-02ISBN6052250839Baskı Sayısı1.
BaskıDilTÜRKÇE
Sayfa Sayısı112
Cilt TipiKarton
Yayınevi:Sola  Yayınları