Feci'nin Blogu

18 Şubat 2018 Pazar

kapıda bekleyen gazeteci eşleri


 
                                                 kapıda bekleyen gazeteci eşleri
 


 
  Yukarıdaki  fotoğraf bugünlerde sosyal medyada  dolaşıyor. Bu fotoğrafı görünce  Kadri Gürsel, Nedim Şener, Ahmet  Şık vs.  cezaevi çıkışı eşleri ile kucaklaştıkları fotoğraflar geldi aklıma.  Hatta  içlerinden biri  TV’deki canlı yayında bana çok dokunmuştu.  Beni çok etkileyen o karenin Ahmet Şık’a   ait olduğu kalmış  aklımda. Yok dedi bir arkadaşım Kadri Gürsel’di o eşiyle öpüşen. Sonra düşündüm ki  ikisi de değil , Nedim Şener'di  en çok etkilendiğim. Yani artık birbirine karıştırıyoruz hapisten çıkıp da eşleri ile kucaklaşan gazetecileri.  Bugün de  benzer bir fotoğrafta eşi ile kucaklaşan bir gazeteci .  Haberlerden öğrendiğime göre, gazeteci Deniz Yücel hakkında hiçbir iddianame olmaksızın bir yıl tutuklandıktan sonra  dün serbest bırakılmış. Onu da gözü yaşlı  eşi karşılamış diğerleri gibi kapıda. Kucaklaşmışlar.  Sevinçten ağlayarak  eşine sarılmış kadın. Sevinçten. Ne yapsın? Belki en kolayı ve hatta en iyi yapılacak olanı bu. Yapabilecek başka bir şey yok. Her şeyi unutup  ağlamak. Sevinçten.
                Ergenekon tahliyeleri olurken de Nedim Şener’in eşinin yüzünün ifadesi ve söyledikleri kafama çakılmıştı sanki. TV ekranları hep böyle tahliyelerde  kişiyi karşılayan kalabalıkları gösterirler biliyorsunuz. TV ekranının  o karede gösterdiği kalabalık insan ifadelerinin içinde en yorgunu, en kırılmışı  ama  en mutlusu  Nedim Şener’in eşiydi. Her yerinden kırılmış yüzü ile gülmeye çalışırken “çok mutluyum. teşekkür ediyorum” dedi uzatılan mikrofona.  Aynen böyle  demişti. Dün salıverilen  gazetecinin eşi  canlı yayında ne dedi  bilmiyorum.  Ama Nedim Şener’in  eşi “Teşekkür ediyorum” demişti. O gün ekran karşısında bu söz üzerine dondum kaldım. Neden teşekkür ediyorsun dedim içimden, neden ki? Cevabını veremedim niye teşekkür ettiğinin.

Eşi bir adam öldürmemişti,  birini dolandırmamıştı, tecavüz etmemişti. Daha kimsenin açıklayamamağı, ispatlayamadığı,  bilmediği bir nedenle bilinmeyen bir zaman dilimine tutuklanmıştı. Bu bilinmeyenler,  neredeyse normal olması gereken bunlar gibi gelmeye başlamış ki, nedenini bilmediği  suçun ‘şekli değiştiği gerekçesi’  ile eşi şimdi tahliye ediliyordu.   Hiç beklemedikleri  tahliye kararı ve aslında neden artık kabullendiğini de bilemeği  tutuklama süresi arasında bocalayan ne yapacağını bilemez o kadın naifliği ile  bu  “tuhaf”  anlayamadığı sistem karşısında en masum isyanını, öfkesini, kızgınlığını  bile bastırmış ve sadece teşekkür ediyorum diyebiliyordu olanca yenilmişliği ile. Gücün karşısında birinin teşekkür etmesi  vicdanları çok yaralayan bir şey.  O kapıda  mikrofonlara teşekkür ederek sevinçten ağlamaları. Ne olduğunu ne bittiğini bilmeden  geçen bir yıl,  6 ay, 5 yıl ve hatta bir gün bile olsa  evinden eşinden  çoluğundan çocuğundan  ayrı  kalmış sevgilisinin acısını  içinde saklayarak, neden diye sormadan, soramadan teşekkür etmek ve sessizce ağlamak… Sevinçten ağlıyor diye yazıyor gazeteler. Sevinçten.


fotoğraf  düzenleme  :Dr. Ali Nurettin Gürses
                                                                                                          
                                                                                                                         Feride Cihan Göktan
                                                                                                                          18/2/2018
 

 

13 Şubat 2018 Salı

14 şubat ve eks sevgililer / eski bir Radikal 2 yazısı /2006



Hatırlıyor musunuz bilmem…  2006 yılında bir MÜMTAZ  SEVİNÇ olayı olmuştu. Cinayet. 

Tiyatro ve sinema oyuncusu Mümtaz Sevinç(54), Üsküdar’daki evinde felsefeci kız arkadaşı Banu Baldır (49) tarafından bıçaklanarak öldürüldü.  Baldır tutuklanarak cezaevine gönderildi.  
O zamanlar bu haber çok konuşuldu, yazıldı, çizildi. Şimdi o katil sevgili hapisten çıkmış mıdır, hala hapiste midir, belki de  hayatta değildir, belki de bir yerlerde yaralı bereli  yaşamına devam ediyordur. Kim bilir?
Aşağıda okuyacağınız yazıyı  bu olaya gönderme yaparak 2006 yılında  14 şubat  sevgililer  günü için Radikal 2’ye yazmıştım.  Yaklaşık 12 yıl önce. Valla her şey ne kadar değişti ama bu aşk konusu neredeyse hiç değişmiyor.  O nedenle tekrar yayınlayayım dedim.


14 Şubat ve eks sevgililer  


İnsanlar yalnız doğar ve yalnız ölürler... Oysa yaşam serüvenini yalnız geçirmek, "yalnızlık Allah'a mahsustur" gibi çok bilinen özlü sözlerimizde belirtildiği gibi, genelde tercih edilmez.
 FERİDE CİHAN GÖKTAN /

İnsanlar yalnız doğar ve yalnız ölürler... Oysa yaşam serüvenini yalnız geçirmek, "yalnızlık Allah'a mahsustur" gibi çok bilinen özlü sözlerimizde belirtildiği gibi, genelde tercih edilmez. İkili yakın ilişkilere hem doğa güçleri ve hem de toplumsal güçler nedeni ile programlanmış insanoğlu ortalama 70 yıllık serüveninde çoklu deneyimler yaşar. Bu ilişkilerden en bilinmezi, en sürprizlisi ve tabii ki en acıklısı kadın-erkek ilişkisidir. Taraflar bir sürecin tüm evrelerini uzun veya kısa bir zaman diliminde yaşarlar. Başlangıçlar ilişkinin en güzel doruk noktasıdır. O gizemli yolculuk başladığı andan itibaren inişli çıkışlı yollar, bilinmeyen kavşaklar, karanlık köşelerden fırlayacak canavarlar yol haritanızda hep olabilir. Ve bazen de kısa süreliğine nefes aldığınız çimenli ve bol güneşli bir bahçe olacaktır. Ancak yollar uzadıkça hem içinize hem karşınızdakine giden yollar çapraşıklaşır. Bu yola girdiniz mi bir kere yavaş yavaş çıkma planları yapmaya veya çıkış yolu aramaya başlayabilirsiniz. İçinizden ve dışınızdan gittikçe karışan bu yolda yolcuların yol bulma kabiliyeti ve çıkış yoluna salimen ulaşmaları, yolların birbirleri ile ne kadar karıştığına, yolcuların yön bulma yetilerinin ve tecrübelerinin ne kadar hızlı olduğuna ve iç pusulalarının ne kadar doğru olduğuna bağlıdır.
Bu gizemli ve gittikçe çapraşıklaşan yollarda ego çatışmaları, iktidar kavgaları ve  irili ufaklı, orta şiddetli veya şiddetli terör olayları meydana gelir... Murathan Mungan'ın 'Üç Aynalı Kırk Oda' kitabındaki hikâyelerinden birinde söz ettiği gibi, birçok kolu bacağı kırılmış, yarım yamalak insan çıkış yolunu bulmaya çalışır. Bazen çıkamazlar işte. Ocak ayının sonunda gazetelerden okuduğumuz Mümtaz Sevinç olayı çıkışı bulunamayan bir aşk terörüdür. Bu olayın merkezinde yoksulluk ve cehalet gibi, bu vahşeti açıklayabilecek benzer bir sebep yok iken, sadece terörize edilmiş  bir aşk ilişkisi var. İki normal, iki âşık insan girdiği labirentte yollarını kaybederek çıkışı bulamadılar. Biri diğerini gerçekten öldürdü. Eks sevgili. Ex kelimesi tıp jargonunda exitusun yani ölümün kısaltılmışı olarak kullanılır. 'Eks sevgili'nin sözlük anlamı eski, geçmişte kalan sevgili derken, aslında eski sevgilinin yok olmasından, ölmesinden bahsediyoruz. Taraflar birbirlerini içlerinde ve hayallerinde öldürüyorlar ve sanal aşk cinayetleri işliyorlar. Her eski sevgili içinizdeki bir ölüdür... Her nedense bunu başaramayan, sevgilisini içinde öldüremeyen, hayalini silemeyen Mümtaz Sevinç olayındaki o zavallı insan gibileri "sanal aşk cinayeti" yerine "gerçek aşk cinayeti" işleyerek aslında aynı tepkiyi veriyor. Onu terk ettiği için gerçekten katil olan bu felsefe öğretmeni kadına da, Mümtaz Sevinç'in ölümüne üzüldüğümüz kadar üzülmeliyiz. Aldığı eğitim, ekonomik şartları ve toplumsal yeri nedeni ile kendine ve hayatına çok iyi şekilde sahip olmasını beklerken, nasıl oluyor da 14 Şubat kurbanı bu kadın zavallı, eli bıçaklı bir caniye dönüşüyor? Neden birçok insanın seçtiği sanal aşk cinayetleri yerine gerçek bir cinayet işlemekten kendini alıkoyamıyor? İşte ikili ilişkilerde ve özellikle aşk ilişkilerindeki bu kadar çeşitlilik daha pek çok bilinmezin olduğunu gösteriyor. Örneğin 1989'dan beri, insan davranışlarında çok önemli bir etken olduğu saptanan DRD2 diye bilinen bir gen bildirildi... Bu gene sahip olan kişiliklerin, esrar, sigara gibi maddelere aşırı bağlanıp bu maddelerden yoksunluk durumunda, söz konusu gene sahip olmayanlara göre çok şiddetli psiko/biyolojik tepkiler verdikleri biliniyor. Belki de aşk ilişkilerinde DRD2 genine sahip olanların tutku dolu ilişkilerinin, işler ters gittiğinde böyle bir trajedi ile bitmesi olası. Çünkü yoksunluk sendromunda, psikolojik bağımlılık beynin duygu, heyecan ve bellekle ilgili bölümlerini doğrudan etkilediğinden normal işleyiş mekanizmaları bozulup kontrol altına alınamayan içgüdüsel davranışlar ortaya çıkıyor.
14 şubat cinayetleri...
http://www.radikal.com.tr/radikal2/14-subat-ve-eks-sevgililer-873476/


















6 Şubat 2018 Salı

Bir Kitap


 
                                         Çatlak Kızlar Sağlam Kapıda
 
 

İki gün önce akaşamüstü yorgunluğum  ile  daha eve girmeden  apartman görevlisi iki tane postane teslimatınız var dedi. Baktım, biri bankadan gelen bir evrak.  Açmadan çantama attım. Sevimsiz bir şey. Diğeri bir paket ve içinden bir kitap çıktı. Neredeyse  30 yıllık apartman görevlimiz Veli ile birlikte heyecanla  okuduk ismini. Çatlak Kızlar Sağlam Kapıda... Allah Allah nasıl bir kitap bu, dedi Veli. İki kızı var, bir an irkildi garibim. Güzel isim dedim. Kızlar biraz çatlak olmalı. Başka türlü olmaz Veli, diyerek kapıdan içeri girdim keyifle.

Valla bunca işimin arasında kitap beni çekti. Gel, deyip duruyor. Bir de, gün içinde servis yolculuğunda yarım saat en çok bir saat okuyabildiğim kitabımı da kaybetmişim. Yapılacak bir şey yok. Başladım okumaya. Kitap 166 sayfa. Böyle az sayfalı kitapları severim. Satır aralıkları ve harf boyutları uygun. Boyu posu uygun bir kitap yani. İsmi de çok çekici.

Kitap iki bölüm  İlk bölüm küçük bir kızın ben diliyle anlattığı aile içi ilişkiler. Bir zaman dilimi de var. Küçük kız bu bölümde büyümeye devam ediyor. Anladığım kadarı ile Orta Anadoluda bir kasabada geçiyor, Ankaraya  yakın. Sıcacık bir anlatım. Hani bir aile içinde her ailenin geleneği ve göreneğine göre  devam eden bir ilişkiler yumağı vardır bazen çözülen çoğunlukla çözülemeyen. Komik ,hüzünlü, çoğu zaman karmaşık. Sıradan insan ilişkilerinin o tuhaf gizemi. Ayten Kaya Görgün, bu ilk bölümde, sıradan bir ailenin hiç de sıra dışı olmayan son derece olağan  ilişkilerindeki çatışmaları,  üstü örtülü aile içi duyguları, bazen güldürecek bazı da hüzünlendirecek  bir coşkuyla anlatıyor. Çok sevdim. Özellikle bahsettiğim bu ilk bölümünü.

İkinci Bölüm daha farklı. Bu bölümde  sanki bir sahne kurulmuş. O yoksul şartlarda büyüyen çatlak kız,  girdiği sağlam bir kapılarda başına gelenleri anlatıyor. Birinci bölüme göre daha öznel, belki daha az sürükleyici. Ama bu bölümde de,  ileride hatta şimdi bile geçtiğimiz 15 temmuz  Darbe Hareketine dair  belgesel tadında ip uçları var. Bu yönden de ilgi çekici. Ayrıca Gülhane Askeri Tıp Akademisinin Gülhane Eğitim Ve Araştırma Hastanesine .dönüşme serüveni anlatılıyor. GATAyı bilenler için daha da keyifli bir ikinci bölüm okuması olabilir.

Kısacası  rahat ve zevkle okunan bir kitap. Hem bu yeni kitabın hem de yazarının yolu açık olsun.

Not. Kızlar kafadan biraz çatlak olmalı bana göre de... Başka türlü olmaz. Başka türlü olmaz.


            
Çatlak Kızlar Sağlam Kapıda
yazar:           Ayten Kaya Görgün
sayfa sayısı  166 sayfa
yayın evi.      ayizi kitap
 

1 Şubat 2018 Perşembe

ne oluyor bize?



Ne diyeceğimi bilemiyorum. Zaten pek kimse de konuşmuyor. Benim gibi ne diyeceklerini bilemediklerinden olabilir. Şaşkınlık içindeyiz onu tanıyanlar olarak. Aklı başında, çalışkan, sakin, terbiyeli ve güler yüzlü. Böyledir. Bu camianın içinde neredeyse otuz yıla yaklaşmıştır tanışıklığımız. Kocaman bir camia. Oysa ne kadar sessiz ortalık. Ben de öyle. Bugün aklımdan çıkmadı ama. Sabah alıp evden götürmüşler, dediler. Hastane dolapları kilitleri kırılarak aranmış. O dolapta ne olabilir ki? Büyük ihtimal birkaç bilimsel makale veya bir kitap. Hava da çok soğuktu son günlerde. Belki de atkısı ve beresi kalmış olabilir hastane dolabında.
Bugün dedim ya hiç aklımdan çıkmadı diye. Hatta bir ara yolda yürürken yanımdaki arkadaşıma sordum: Sence ne yapıyordur şimdi, diye. Sonra kendi kendime cevap verdim beklemeden: Kitap okuyordur. Yok canım, dedi yanımdaki. Sen bilmiyorsun bu işleri. Nezarete alındı, kitap filan vermiyorlardır. Sadece su ve kumanya. Hiçbir şey söyleyemedim. O da önüne baktı sessizce. Kalabalıkla birlikte devam ettik yürümeye. O sırada bir çığlık, bir bağırış, bir feryat. Bir kadın ağlıyor gibi. İçimdeki ses dışarı çıktı sandım. Ama yok ben değilim. Bir başkası, başkaları diye baktım etrafıma. Hiç öyle bağıran ağlayan yok. Herkes sessiz. Bir papağan. Renkli, iri yarı bir papağan. Gri, siyah elbiseleri ve mantoları ile sessizce yürüyen insanların arasına karışmış, kırmızı yeşil mavi mor muhteşem renkleri ile görebildiğim kadarı ile sokaktaki bir masanın üzerinde serbestçe, hiç kafeste filan değil, bağırıp çağırıyordu. Kızgındı ve sanki ağlıyordu. 

Sokağın sesi sadece papağandan geliyordu.