İstanbul Kırmızısı (Nasıl Bir Kırmızıydı o öyle?)
İstanbul Kırmızısı… Bu hafta çok
konuşuldu. Face arkadaşlarımın yazışmalarında film hakkında tartışmalar oldu.
Beğenenler, beğenmeyenler, hayal
kırıklığı yaşayanlar, mutlaka görün diyenler, sakın gitmeyin diyenler…
Durum böyle olunca çok merak ettim bir de ben göreyim dedim. Bu yazıyı da filmi görmeyenler için değil
görenler için yazdım. (Bu tartışmadan eksik kalmayayım bir de ben maydanoz
olayım diye)
Filmin adı bence çok güzel. İstanbul Kırmızısı… Motive edici bir başlık ve
gerçekten de filme o motivasyonla başlıyorsunuz. İstanbul. Istanbul’un o inanılmaz insanı çarpan Avrupa’nın
cazibesinin ile Doğu’nun büyüsünün Boğaz’ın sularında birbirine karıştığı o muhteşem coğrafya. Bütün haşmeti ile beyaz ekranda zaten sizi hemen
kırmızıya boyuyor… Hemen ardından yakışıklı adamlar ve güzel kadınlar ekleniyor
kırmızıya… Yani başlangıç çok güzel. Kıpkırmızı başlıyor. Ama film ilerledikçe
soluyor o renk. Sonuna doğru biraz sıkıldım
bile diyebilirim. Film bittiğinde güzel miydi yoksa değil miydi ,bu filmi sevdim
mi ben şimdi gibi sorular oluyor oldu
aklımda... Ya bazı şeyler çok mu anlamsızdı
ya da ben mi o katmanları anlayamadım
filan… ( filmin kitabı var bir Ferzan filmi, ayrıca filmi beğenen arkadaşlarım
var bütün bunlar nedeniyle insan kendini
de suçluyor ve haliyle kendinizi baskı
altında hissediyorsunuz )
Mesela filmin bir sahnesi çok etkileyiciydi
hiçbir baskı altında kalmadan bu sahnenin özellikle çekimine ve yüz ifadelerine
bayıldım. Halit Ergenç ile Zerrin Tekindor’un
saatçi dükkanında bir zaman
metoforunda zamansızlığı ve aynı zaman da zamanın hesabının sorgulandığı ı sahne..
Kadının mutsuz gözleri, Halit Ergenç’in yüz ifadesi… Burası çok
etkileyiciydi.
İyi de çok anlaşılmayan bir yere
oturmayan hatta saçma sapan şeyler de vardı bence. Travmatik bir olayın acısı ile bütün hayatı
dağılmış ve Londra’ya kaçmış editör Orhan iş için döndüğü istanbul’ da aniden Neval’e
aşık oluyor. (neden aşık oluyor, ne kadar klişe ve derinliksiz) Neval, Deniz’in
romanındaki güzel kadın. Deniz’in sevgilisi mi yoksa dostu mu? Romanda
sevgilisi ve sanki gerçek hayatta da öyle mi değil mi belli değil. Bir gecelik
ilişkiden söz edildi bir yerde. Ayrıca bir
de hem romanda hem filmde Yusuf karakteri var. Deniz’in çocukluk arkadaşı ve aralarında
bastırılmış mı bastırılmamış mı belli olmayan bir homoseksüel ilişki. Deniz ve
Yusuf’un ilişkisi zaten filmin en başından anlaşılıyor. Ama hiçbir derinliği
yok bunun da. Çocukluk anıları ve köpek hikayesi cezalandıran ebeveyn ilişkisi
ile tuhaf bir sos yapılmış.
Daha da ilginci… Deniz, Neval ve
Orhan birlikte zaman geçiriyorlar. Herkes
Neval’e aşık meğer Neval
evliymiş. Halit Ergenç Neval’in evine yemeğe davet edildiğinde yemek sırasında
ortaya çıkan kocayla öğreniyor
bunu . Biraz komedi filmi gibi olmuş burası. Sonra zılgıtı yiyince yani Neval
’in evli olduğunu öğrenince hayal
kırıklığı içinde kusura bakmayın diye
kocasının şefkatine sığınıyor. Burası
daha da komik olmuş. Kocasının verdiği cevaba,
film komedi olarak tanımlansa kahkahalar ile güleceksin. Zaten sessizce
de olsa güldüm valla. Kocası şöyle
dedi: “haklısınız ben de ona aynı dediğiniz gibi aşık oldum ama önce ben onu
gördüm ne yapalım kader böyleymiş…” yani bu cevap komik ötesi hele böyle
ağırbaşlı bir filmde skandal. Çeviri
filan olsa acaba yanlış çeviri mi diyeceğim ama…
Filmin ana metninde Deniz ortadan
kayboluyor, Yusuf romandaki gibi intihar
ediyor, Orhan Deniz’in ağzından Yusuf’tan nefret ettiğini yazdı ve bunu Deniz
yazmış gibi telefonda Neval’e okudu.
(Neval hala sevdiği adamla evli bu arada)
Filmin en sonunda Orhan, Yusuf’un ona anlattığı gibi yüzerek boğazı
geçmeye çalıştı… Neden öyle yaptı kendini Yusuf yerine mi koydu
bilemedim.
Belli ki Ferzan Özpetek bir
şeyler anlatmaya çalışmış. Olmamış bence. Tabi ki kişisel görüşüm bu. Ama
İstanbul her zamanki gibi yine göz kamaştırıyor. İstanbul için, Zerrin Tekindor
ve Halit Ergenç’in saatçi dükkanındaki sahne için ve Tuba Büyüküstün’ün ifadeli
yüzü için seyredilir. Tabii ki Ferzan Özpetek’in hatırı için de.
Feride Cihan Göktan