Feci'nin Blogu

29 Kasım 2017 Çarşamba

Günden Kalanlar/ Kitap Okuma Grubu Notları

Bugün(28/kasım 2017),   Nobel Edebiyat Ödülü(2017) alan   “Günden Kalanlar”  kitabının okuma toplantısına katıldım. Evet, kitap hakkında yazdığım yazı toplantı tarihi nedeni ile önceydi. Yani hiçbir etki altında kalmadan yazmıştım. Oysa bugün ne kadar çok etki altında kaldım, ne kadar çok farklı yorum vardı. Her okuyanda farklılaşan kitapların sihirli gücü… Aynı kitabı okuyup gelen neredeyse kırk kişiydik. Ancak orada olanın anlayacağı cinsten bir keyifle, sohbet neredeyse iki saate yakın sürdü. Bırakılsa sabaha kadar sürebilir. Bir kitap hakkında konuşurken,  hayata dair değişik tecrübe ve izlenimlerin bu konu çerçevesinde ortaya dökülüp saçılması ve herkesin kendine ait biricik duyguları ile harmanlanması hele böyle bir kitabın sohbetini çok keyifli kılıyor haliyle. Kazuo Ishiguro'nın romanı Günden Kalanlar tam böyle bir kitap. Hayatın ortasında. Herkesin kendinden veya en yakınlarındaki insanlardan bir şeyler  bulduğu ve kendi hakkında düşündüğü bir kitap… Şimdi Kitap Eki’ndeki yazımda söz verdiğim gibi bu toplantının katılımcıları Ishigura ve Günden Kalanlar hakkında neler söylediler size özet olarak aktarayım.
-Kitap çarpıcı, trajik ve insanı sersemletici.
- Felsefenin derin temalarından yola çıkarak yazılmış çok sade ve çok etkileyici bir kitap Özellikle ben diliyle yazılması anlatılanları daha etkili kılmış.
-Stevens (Romanın baş kahramanı olan Darlington Malikanesi’nin baş uşağı). Okuma grubumuz Stevens’ı sevenler ve sevmeyenler olarak ayrıldı.  Stevens’ı sevenler azınlıktaydı diyebilirim.  Onun görevine âşık olmasının önemli bir fazilet olduğunu, böyle bir işine adanmış bir hayatı sürdürmenin hiç de kolay olamadığı için ona saygı duyulması gerektiğini söylediler. Tam tersine hiç sevmeyenler ve çok tehlikeli bulanlar vardı. Bu kadar körlemesine hizmet etmesi nedeniyle aslında dolaylı olarak dünyaya kötülük yaptığını savundu bir kısım okur hatta çoğunluk. Ayrıca Stevens’a acıyanlar, ona üzülenler vardı.  Bir roman karakterin bu kadar zıt fikirlerle tartışılması romanın büyük bir başarısı bence.
             -Olay örgüsünde fonda Birinci Dünya Savaşı sonu. Versay Antlaşması. Nürnberg Mitingleri. Mussolini’nin kurduğu  Kara Gömlekliler adlı örgüt. Okurları  bütün bu tarihi yeniden okumaya teşvik etmesi de kitabın güzelliklerinden biri.
                -Stevens ve Kenton aşkı. Tabii ki çok konuşuldu. Çoğu arkadaşımız aralarında gerçek bir aşkın olduğunu ama Stevens’ın bunu ifade edemeyecek kadar kabuğunda olduğunu söyledi. Ben Stevens’in asla âşık olabilecek bir adam olmadığı konusunda halen ısrarlıyım. Duygularının o kalın kabuğu nedeniyle körelmiş veya zaten olmadığını düşünüyorum.  Romanın ana temalarından birinin bu kadar tartışmalı olması çok ilginç tabii ki… Yazarın farklı duyguları okura geçirme mahareti.
                - Romandaki baş uşak tanımlamasının aslında bir metafor olduğunu söyledi bir arkadaşımız... Hiçbir hak ve özgürlüğüne sahip çıkamayan, birçok şeyi gördüğü halde görmezden gelen, düşündüklerini söyleyemeyen çoğumuz gibi dedi.  Çağdaş bir bireyin ruh hali diyerek özetledi kitabın özünü. Hepimiz hak verdik ona.
                 - Günden Kalan (Remains of Days)  filmini seyredenler çoğunluktaydı. Romanın ruhunun Anthony Hopkins’in sıra dışı oyunculuğu ile perdeye başarılı olarak aktarıldığında hemfikirdik.



                   Bazı kitaplar çok tartışılır. Tartışıldıkça yeni ufuklar açılır, kendimize ait farkındalıklar artar. Kısa bir özet yazmak istedim konuştuklarımıza dair. Toplantının sonunda  çevirmen Şebnem Susam –Sareeva’ya, Yıldız Hoca'nın tarifi ile çapaksız ve akıcı çevirisi için hayranlığımızı belirttik. .  Bu kitabı kaçırmayın derim.

Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, oturan insanlar ve iç mekan
Yakın Kitap Okuma Grubu/28 kasım 2017 

5 Kasım 2017 Pazar

üç hekimin intiharı

                                üç hekimin intiharı 
                               
Hiçbir şey olmamış gibi. Yine bir haftaya başladık. Aynen öncekiler gibi. Hastaneler dolup taşıyor, acil servis anonsları… Doktorlar hemşireler koridorlarda heyecanla koşuşturuyorlar. Her şey aynı gibi. Ama bir farkla.  İşte o yerleri temizleyen personel, paspasına takılan çatlakları fark edebiliyor . Hiçbir şey olmamış değil. Kocaman bir girdap oldu ve yarıklar… Üstünden geçerken takılabilirsiniz. Hatta kalbinizle hissedebilirsiniz içinden gelen sesleri.  Üç gencin artık bu dünyadan duyulmayan seslerini. Geçen haftaki anafordan bahsediyorum.  Hepimizin gözlerinin önünde, bütün sağlıkçıların, bütün siyasetçilerin ve bütün bir toplumun gözü önünde olan kocaman bir girdaptan. Aynı gün, aynı meslek, benzer  yaşlar ve aynı ülkede  üç insan birbirlerinden habersiz ortak bir kaderin kurbanı olarak bu dünyayı bilerek ve isteyerek terk ettiler. İntihar ettiler. Hani, böyle olumsuz olayları anlatmaya çoğu kere şöyle başlanır ya:  Üç pırıl pırıl pırıl genç,  diye. Gençlerin çoğu bu ülkede artık pırıl pırıl filan değil. Yıllardan beri ve gittikçe ağırlaşarak hissedilen bu neo liberal uygulamalar gençlerin üzerinden o pırıltıyı sildi süpürdü. Artık çoğu soluk, yılgın ve umutsuz. Her sektörde  bu böyle. Sağlıkta da… Bu yıllardan beri uygulanan sağlık politikaları nedeniyle bütün o gençlik parıltılarını zaten çoktan tüketmiş.  O üç genç de şimdi hiç renksizler. Karanlığa aitler artık.
Bu ülkenin en parlak en çalışkan öğrencileri 6 yıllık tıp eğitimleri sonunda diplomalarını alamıyorlar, biliyor musunuz? Bunu biliyor musunuz gerçekten? Diplomalarını alamadıkları için mecburen zorunlu hizmete gidiyorlar. Cebren yani. Bu cebren yapılan mecburi (!) hizmet sonrası da ne yazık ki güzel şeyler olmuyor.  Yine deli gibi çalışmaları lazım. Eğer o çok zor ancak onda birinin istediği bölüme girebildiği TUS sınavını geçerlerse dört veya beş yıl sürecek ihtisasa başlayacaklar… Sonra yine mecburi hizmet.  Yine  gün aşırı  nöbetler.  Mesela günde 100 hasta bakmak çoğu doktor için artık oldukça sıradan bir iş.   Hatta parça başı iş yapıyorlar bu robotlaştırılan doktorlar. Adı performans. Dinlenmeden uyumadan bakabildiğin kadar hasta bakmak üzerine. Bak da nasıl bakarsan bak da denilebilir bu sistemin adına. Çok iş, çok emek, mümkün olduğunca karşılığı azaltılan maddi ve manevi  ödeme politikası.. Robotlaştırılmaya çalışılan insan, ezilen un ufak olmuş insan ruhu,  her şeyin nesne haline dönüştüğü ilişkiler, yılgınlık, umutsuzluk, kendini değersiz hissetme…
Türkiye’nin en yüksek puanlar ile üniversiteye girmiş gençlerinin sonunda geldiği durum bu: bu dünyadan bıkmış uykusuz yüzleri ve soğumuş ruhları ile aramızda gezen solgun renkli hekimler.. Literatür ismini koymuş: Tükenmişlik Sendromu diyor bu duruma. Orijinal ismi Burnout. Yanma. İş yaşamının ruhu ve bedeni yakması.  Alevler içinde kalma.  Bu yangına odun taşıyan kocaman bir sosyo-ekonomik sistem.  Cılız haykırışlar, karşı gelmeler ve işte bazen böyle aynı anda üç genci birden içine alan anaforlar.
Hayat devam eder. Hastane koridorları yine tıklım tıklım tıklım dolu. Acil servislerde hastalar bekliyor yine. Uykusuz genç bir doktor sırada bekleyen 70. Hastasını alacak biraz sonra. Hayat devam eder dedik ama asla aynı değil. Bir fırtınadan bir depremden veya bir girdaptan sonra aynı olamaz. Asla… Bu sistem içindeki herkes, hepimiz, hep birlikte biraz daha kırılarak, biraz daha farkında olarak, en kötüsü de biraz daha ölerek hayat devam eder.
Yeni Türkü’nün şarkısı ile bitirmek istiyorum:
Çocuklardık parlak yıldızlardık bir zaman

https://www.youtube.com/watch?v=MmYeaYB1ScE


                                                                                                     
                                                                                                                    Feride Cihan Göktan