Feci'nin Blogu

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Güneşe Denize Ağaca Bakmayan Çocuklar


                               Güneşe Denize Ağaca Bakmayan Çocuklar
Lütfen bu başlığı unutmayın!
Bostanlı Karşıyaka tramvayı.   İçeride çoluk çocuk, genç, yaşlı… Kısa süreliğine hep birlikte güzel bir yolculuk yapıyoruz. Klima çalışıyor. Çok bir kalabalık da yok. Herkesin keyfi yerinde yani…  Hatta müzik yapan bir genç, hüzünlü aşk şarkıları söylüyor. Ben de ayaktayım iki durak sonra ineceğim telaşıyla. Hemen karşımda güzel ve bakımlı bir çocuk bebek arabasına kurulmuş. Muhtemelen 3,5- 4 yaşlarında. Annesi onu camın yanına yerleştirmiş ki dışarısını görsün diye.  Kendisi de ayakta arkasında duruyor. Hemen bebek arabasının yanında da konuşmalarından anladığım bir arkadaşı oturuyor.  Ben de onlara bakıyorum. Çok ilginç çünkü.  Çocuk elinde kocaman bir telefon tutuyor ve küçük tombik parmakları ekranın üzerinde, gözü ekranda, ağzı hafif açık. Annesi arkasında çığlık çığlığa…
“Ardacım bak nerelerden geçiyoruz?”
Arda da hiçbir cevap yok. Hiçbir hareket de. O sadece telefonuna bakıyor. Annesi  arkadaşına sesleniyor bu sefer. 
 “Biliyor musun ben ilk defa İzmir’i görüyorum. Ne güzel şehirmiş burası!” Kadın heyecanlı,  çocukta tık yok. Tramvay biraz daha yol alıyor. İnenler ,binenler.

 Kadın,  “Aaa.. Arda’cım bak, vapura bak… Görüyor musun? Bak ilk defa vapur görüyorsun sen.” Çocuk yine hiç oralı değil. Annesinin dediği yöne şöyle bir bakıyor. Yine yüzünü aşağıya döndürüyor. Güzel tombik  parmaklar ekranın üzerinde,  kendinden geçmiş. Kendi dünyasında. Dünyayı görmüyor yani.  En sonunda annesi çıldırdı, eğildi ve telefonu kaptı elinden.  Tabii ki çocuk çığlık çığlığa…

Durum budur. Evet, durum budur.  Ben öyle bakakaldım. Tramvaydan inerken Kaz Dağları için yazan çizen koşturanların en gencinin kaç yaşında olduğunu düşündüm ve ellerinde  telefon ile doğmuş, hiç etrafına bakmayan  gözü hep telefonda olan yeni bir neslin bugünkü  gençliğe neredeyse bir on yıl içinde  yaklaşıyor olduğunu. (danıştığım arkadaşlarımla birlikte bu akıllı telefonların bebeklerin hayatına girmesinin ortalama 5-8 yıl arasında olduğuna  karar verdik) Bu  çocukların  en büyüğü  şimdi 8 yaşlarında olmalı… Yani doğumdan itibaren ellerinde cep telefonu olanlar. Bir yaşında bir çocuğun annesini emerken çizgi film seyrettiğini gördüm ben.  Tabii ki felaket bu… Neden? Çünkü biliş ileri zihinsel süreçleri içerir. Psikomotor gelişimin ve zekanın önemli bir komponenti de doğaya ilişkin kapasitesidir.Yani yaşayan canlıları çevreyi ve doğayı dokunarak, görerek ve koklayarak tanıma, onları belli karakteristik özelliklerine göre sınıflandırma ve diğerlerinden ayırt etme yeteneğidir. Oysa şimdilerde  aya, güneşe, denize,vapura bakmayan çocuklar var.😢 Bunların mı çevre bilinci gelişecek? Bunlar mı daha güzel bir dünyayı düşünecek? Çok üzücü çok…
Tramvaydan inince doğru deniz kenarına gittim. Gözümü diktim denize. Dalgalar birbiri ardına kayaların üzerinde köpüklerini bırakarak parçalanırken martılar süzülüp süzülüp pikeye geçiyorlar ve tekrar yükseliyorlardı.Dalgaların hışırtısı ve güneşin kızıllığına karışmış alabildiğince mavi. Ayy, dedim kendi kendime, çok şükür ki denize, dalgalara, martılara bakmasını biliyorum.İçimde büyüttüğüm bu çocuk sevinciydi Arda gibilerde olmayacak olan.

Güneşe  Denize Ağaca Bakmayan Çocuklar… Bu dünyaya yabancı.  Tabii ki dünya da onlara yabancı olacak. 
                                                                                                                Feride Cihan Göktan
                                                                                                       Ağustos/ 2019


1 Ağustos 2019 Perşembe

Adem’in Sınavı


Adem’in Sınavı 
Bugün  1 ağustos  2019 … Bu yazı ybir foto/yazıdır.  Yani bugüne ait fotoların bir alt metnidir. Metnin başlığı  (Adem’in  sınavı)  yani öyle bir hayat sınavı filan değil sadece uzmanlık sınavı… Zaten başarılı olacağı ve geçeceği belli bir sınav. Kendisi zaten oldukça rahattır ve hiç sıkıntısı yoktur. Bu sıcakta sadece takım elbisesi ve özellikle ceketi /kravatından sıkılmıştır kanımca… Bence şortla bile gelebilirdi. O kadar sıcak yani. Ama biz hocaları özellikle Yüksel hoca sanki sınava kendi girecekmiş gibi pür düzgün takımı ve kravatı ile odaya girdiğinde bence klima bile şaşırdı. Bir anda sıcak üfledi içeriye. Neyse sevgili  Edım, her zamanki sakin ve zamanı yavaşlatmış duruşu ile sorulara akılcı cevaplar  verdi. Radyasyon nedir diye hepimizin hayatını kapsayan ama nerden başlayacağını bilemeyeceğimiz bir soru mesela… Balığa akvaryum nedir gibi bir soru… Ama  Adem valla bir tarafından girdi, ardından sorular havada uçuştu: STIR,Null  point; Fat/SAT, Saturasyon gibi … Bir bulut gibi odanın içinde gezindi durdu. Bir ara Serdar Hoca sormaktan kendisi yorulup “bir çay içelim” deyiverdi. Soru sorma kardeşim, iç çayını de mi?  Serdar Hoca sakinleşip çayını yudumlarken  hop bu sefer Yüksel Hoca Monte Carlo ve Ottowa kriterlerini  sormaz mı? Hepimiz bakakaldık. Gene en sakinimiz imtihan çocuğu. Bu kriterler üzerine  bir tartışma. Sesler yükseldi. Mine Hoca ve Yüksel  Hoca ve hatta Şebnem Hoca gergin.  Ay burası Monte  Carlo veya Ottowa değil, Manisa’dayız  Boş verin ya… Bakınız  Gülgün ve Gökhan hoca tatilden gelmenin rehaveti ve şaşkınlığı ile kıkırdayıp duruyorlar. Diğerleri gergin.
 Neyse klinik sorulara geçince ortam yine sakinleşti. Bu arada biz devamlı çay kahve… Edım  sakin sakin soruları cevaplıyor.  O ara Gülgün Hocası  filmini sordu ve  Adem,  kitle Rosenmuller fossayı  doldurmuş derken,  sağ yanına geçip bir de  fotoğrafını  çekti. Ademcim o fotoğrafa  bakarsan o sırada Rosen Müller fossadan bahsediyordun.
Ay,  Cihan Hoca da(yani ben)  en sonunda dayanamadı sordu ama öyle kolay bir  soru değil…  Sence Yapay zekâ bize ne yapacak diye.  Adem,  her zamanki gibi cevap verdi:
-Sıkıntı yok. Yapay zekâyı biz denetleyeceğiz. Bize bir şey yapamaz. Sıkıntı yok.
Bunu kayıtlara geçtik. Yapay Zeka geldiğinde göreceğiz artık ne olacağını…
            Onun ileride iyi bir radyolog olacağını konuştuk arkasından.  Ha bir de “Değerli “ isminde bir ineği varmış. Çiftlik Köyde ölmüş garibim. Olsun sıkıntı yok.
            Böylece güzel bir sınav daha geçti.  Bir meslektaşımız daha oldu. Gururla ve sevgiyle…
           Yolu açık olsun.
            NOT : Yazıda eksik olan ama tabii ki yazıda eksik olabilir ama asla unutulmayacak olan Songül Hanım'ın özenle hazırladığı kahvaltı ve sürekli çay /kahve servisiydi...Böğürtlen recelinde, aklım kaldı mesela.
                                                                                                                       Feride Cihan Göktan