Feci'nin Blogu

11 Haziran 2012 Pazartesi

Akdeniz çağrısı


*Yazı ilk olarak 10 Ekim 2010 Tarihinde Radikal 2'de yayınlanmıştır. 

Bu Ekim başı zamanlarda "Akdeniz çağırması" diye bir şey vardır. Kuytulaşmış Akdeniz kıyıları çocuk sevinçleri yaşatmak için herkesi çağırır. Duyuyor musunuz?

Fotoğraflardaki babam

*Yazı ilk olarak 15 Haziran 2008 Tarihinde Radikal 2'de Yayınlanmıştır. 



Sadece ‘DNA babalık testi’, bir babanızın olduğunun veya baba olduğunuzun kanıtı değildir
Babalık testi ile çocuğunuzun “gerçek” babası olduğunuzu kanıtlayabilirsiniz. Tekrar ediyorum: Sadece tükürük sürüntüsünden alacağınız bir örneğin DNA incelemesi sonucu olarak hiç zahmetsiz ve kısa bir sürede “bilimsel” olarak çocuğunuzun “gerçek” babası olduğunuzu kanıtlayabilirsiniz. Buradaki “gerçek” kavramı, sadece “bilimsel” gerçektir. Babanın DNA’sının genetiksel olarak çocuğu ile ortak olduğunun bilimsel ve matematiksel olarak kanıtlanması aslında onların gerçekten “baba-kız” veya “baba-oğul” olduğunun kanıtı değildir. Ve hatta daha da ileri gidilirse babalık testi ile kanıtlanamayan veya biyolojik olarak baba/evlat olmayan ancak sonuna kadar gerçek “baba- evlat olguları” vardır. İşte bilimsel olarak kanıtlanabilir doğruların sadece “bilimsel gerçeklik güdüklüğünde” kalması ve esas olanın yani “gerçek gerçekliğin” bilimsel, matematiksel ve fiziksel kurallardan çok farklı ve hatta bazen tamamıyla karşıt olduğunu gösteren durumlardan bir tanesi. Bilim ve felsefenin, biyoloji ile insan kavramının birbirine karıştığı veya karşıtlığı. Kısacası bilimsel doğrular ile gerçeklerin bazen aynı şey olmadığını gösteren hayatlarımızın kırılma noktaları.

ÖSS mi, yoksa ÖÇS mi?


*Yazı ilk olarak 15 Temmuz 2007 Tarihinde Radikal 2'de yayınlanmıştır. 

Dünya Sağlık Örgütü'ne (DSÖ) göre ergenlik dönemi 10-19 yaşlarını, gençlik dönemi ise genellikle 15-25 yaşlarını kapsıyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün tanımladığı bu pırıltılı, coşkulu rengarenk dönem fizyolojik, psikolojik...

Yorgun Danslar

Yazı ilk olarak 29 Nisan 2007 tarihinde Radikal 2'de Yayınlanmıştır. 

Kemik kıvamımızı ölçen cihazın isminin "dansitometre" olduğunu çoğu okurun bildiğini sanıyorum. Dansitometre cihazı sayesinde doktorlar kemik kıvamının normal olup olmadığını veya kemiklerimizde bir yumuşama olup olmadığını kolayca anlayabiliyorlar. Çok yaygın olarak kullanılan bu tetkikin yani "dansitometre" kelimesi içindeki kemik kıvamımız ile doğrudan ilişkili gizli harfleri bulunuz diye başlarsam bu yazı hem ilginç hem eğlenceli bir hale gelebilir diye düşünüyorum. Dansitometre kelimesindeki gizlenmiş harflerden oluşan o muhteşem kelime, yani kemiklerinizin kıvamı ve sağlamlığı ile doğrudan ilişkin olan, gerçekten gizlenmiş şüphesi uyandıran bu harfler "d, a, n, s" birlikte okursak dans kelimesidir. Gerçekten müziğin o büyülü atmosferinde vücudumuzun bir bütün olarak dahil olduğu toplam 206 kemiğin o muhteşem koordinasyonu ile oluşan dans etme fiili için kemiklerimizin uygun kıvamda olması gerekir. Bir başka deyişle eğer coşkuyla ve sevinçle dans ediyorsanız, dansitometreniz normal demektir. Bilimsel literatüre göre Afrikalılarda kemik yumuşamasına (osteoporoz) hemen hiç rastlanmaması Afrikalıların geleneksel dans şölenlerini hayatlarının rutini içerisinde ritüelleştirmeleri olabilir mi acaba? Ne kadar çok dans, o kadar az osteoporoz. Dans şölenleri ve tamtamlarının ritmi ile durmaksızın dans eden Afkrikalılarda kemik yumuşamasına (osteoporoza) az rastlanır olmasının nedenlerinden biri budur diye düşünüyorum.
Kıvam önemli
Dans etmek sağlam ve kıvamlı kemiklerinizle hayatın içinde olmak demektir. Hayatın içinde tam ortasında olanlar yaşama içgüdüsünün o büyülü ritmini duyanlar hayatla mücadelesini verirken, adına hayat denilen o bazen çok engebeli pistte gereken tüm figürleri osteoporotik olmayan o sağlam kıvamdaki kemikleri ve kemikçikleri ile yaparlar. Ta ki müzik yaşlanan kulak kemikçiklerde hafifler, danslar bedenlerde yorulur, işte o zaman yavaş yavaş kenara çekilmeye başlarlar. Osteoporotik kemikler dans edemezler ve hayatın ortasında değil kıyısındadırlar artık.
 
Osteoporoz yavaşlamaktır, durmaktır ve giderek geri çekilmektir. Belki de dans eden yeni kemikler için dans pistini boşaltmaktır.
Dans etmeyi seviniz ve dans ediniz çünkü dans etmek sağlam kemiklerinizin habercisidir. Ve sağlam kemikleriniz ile ruhunuzun coşkusunu duyabilir ve sürdürebilirsiniz.
Dans etmek genç olmak ve olabilmektir.

4 Haziran 2012 Pazartesi

14 Şubat ve eks sevgililer

İnsanlar yalnız doğar ve yalnız ölürler... Oysa yaşam serüvenini yalnız geçirmek, "yalnızlık Allah'a mahsustur" gibi çok bilinen özlü sözlerimizde belirtildiği gibi, genelde tercih edilmez. İkili yakın ilişkilere hem doğa güçleri ve hem de toplumsal güçler nedeni ile programlanmış insanoğlu ortalama 70 yıllık serüveninde çoklu deneyimler yaşar. Bu ilişkilerden en bilinmezi, en sürprizlisi ve tabii ki en acıklısı kadın-erkek ilişkisidir. Taraflar bir sürecin tüm evrelerini uzun veya kısa bir zaman diliminde yaşarlar. Başlangıçlar ilişkinin en güzel doruk noktasıdır. O gizemli yolculuk başladığı andan itibaren inişli çıkışlı yollar, bilinmeyen kavşaklar, karanlık köşelerden fırlayacak canavarlar yol haritanızda hep olabilir. Ve bazen de kısa süreliğine nefes aldığınız çimenli ve bol güneşli bir bahçe olacaktır. Ancak yollar uzadıkça hem içinize hem karşınızdakine giden yollar çapraşıklaşır. Bu yola girdiniz mi bir kere yavaş yavaş çıkma planları yapmaya veya çıkış yolu aramaya başlayabilirsiniz. İçinizden ve dışınızdan gittikçe karışan bu yolda yolcuların yol bulma kabiliyeti ve çıkış yoluna salimen ulaşmaları yolların birbirleri ile ne kadar karıştığına, yolcuların yön bulma yetilerinin ve tecrübelerinin ne kadar hızlı olduğuna ve iç pusulalarının ne kadar doğru olduğuna bağlıdır.
Bu gizemli ve gittikçe çapraşıklıklaşan yollarda ego çatışmaları, iktidar kavgaları irili ufaklı, orta şiddetli veya şiddetli terör olayları meydana gelir... Murathan Mungan'ın 'Üç Aynalı Kırk Oda' kitabındaki hikâyelerinden birinde söz ettiği gibi, birçok kolu bacağı kırılmış yarım yamalak insan çıkış yolunu bulmaya çalışır. Bazen çıkamazlar işte. Ocak ayının sonunda gazetelerden okuduğumuz Mümtaz Sevinç olayı çıkışı bulunamayan bir aşk terörüdür. Bu olayın merkezinde yoksulluk ve cehalet gibi, bu vahşeti hafifletebilecek hiçbir sebep yok iken, sadece terörize edilmiş aşk, ilişki vardır. İki normal, iki âşık insan girdiği labirentte yollarını kaybederek çıkışı bulamadılar. Biri diğerini gerçekten öldürdü. Eks sevgili. Ex kelimesi tıp jargonunda exitusun yani ölümün kısaltılmışı olarak kullanılır. 'Eks sevgili'nin sözlük anlamı eski, geçmişte kalan sevgili derken, aslında eski sevgilinin yok olmasından, ölmesinden bahsediyoruz. Taraflar birbirlerini içlerinde ve hayallerinde öldürüyorlar ve sanal aşk cinayetleri işliyorlar. Her eski sevgili içinizdeki bir ölüdür... Her nedense bunu başaramayan, sevgilisini içinde öldüremeyen, hayalini silemeyen Mümtaz Sevinç olayındaki o zavallı insan gibileri "sanal aşk cinayeti" yerine "gerçek aşk cinayeti" işleyerek aslında aynı tepkiyi veriyor. Onu terk ettiği için gerçekten katil olan bu felsefe öğretmeni kadına da, Mümtaz Sevinç'in ölümüne üzüldüğümüz kadar üzülmeliyiz. Aldığı eğitim, ekonomik şartları ve toplumsal yeri nedeni ile kendine ve hayatına çok iyi şekilde sahip olmasını beklerken, nasıl oluyor da 14 Şubat kurbanı bu kadın zavallı, eli bıçaklı bir caniye dönüşüyor? Neden birçok insanın seçtiği sanal aşk cinayetleri yerine gerçek bir cinayet işlemekten kendini alıkoyamıyor? İşte ikili ilişkilerde ve özellikle aşk ilişkilerindeki bu kadar çeşitlilik daha pek çok bilinmezin olduğunu gösteriyor. Örneğin 1989'dan beri, insan davranışlarında çok önemli bir etken olduğu saptanan DRD2 diye bilinen bir gen bildirildi... Bu gene sahip olan kişiliklerin, esrar, sigara gibi maddelere aşırı bağlanıp bu maddelerden yoksunluk durumunda, söz konusu gene sahip olmayanlara göre çok şiddetli psikobiyolojik tepkiler verdikleri biliniyor. Belki de aşk ilişkilerinde DRD2 genine sahip olanların tutku dolu ilişkilerinin, işler ters gittiğinde böyle bir trajedi ile bitmesi olası. Çünkü yoksunluk sendromunda, psikolojik bağımlılık beynin duygu, heyecan ve bellekle ilgili bölümlerini doğrudan etkilediğinden normal işleyiş mekanizmaları bozulup kontrol altına alınamayan içgüdüsel davranışlar ortaya çıkıyor.
14 Şubatlarda dikkatli olmalıyız. Kendimizi, sevgilimizi ve ilişkimizi gerçekten ciddiye almalı ve önemsemeliyiz. Birbirimize giden yolları bakımlı tutmaya özen göstermeliyiz.
Sevgi yaşatmak ve yaşamaktır.