Feci'nin Blogu

28 Haziran 2020 Pazar

KORONA GÜNLÜKLERİ 36


KORONA GÜNLÜKLERİ 36
Bir önceki yazının sonunda uzak da olsa   bir umut ışığı yakarak devam edeceğim demişim.
O zayıf mum ışığı ile günlüklere devam ediyorum:

Son bir haftada Türkiye’de ve Dünyada olanlardan birkaç örnekle başlangıç yapayım.  

İstanbul /Sultan Gazi’de 5 katlı bir bina durup dururken çatladı. Düşünebiliyor musunuz? En tepesinden zemin katına kadar  bina yırtıldı. Apartman sakinleri gece yarısı çatırtı sesleri ile uyandı.(23 06 2020)

Bursa'daki yağmurda dere taştı önüne kattığı evleri, çocukları, herkesi, her şeyi kızgınlıktan köpüren bir canavar gibi sürükledi. Yol, dere, köprü, balıklar, çoluk, çocuk birbirine karıştı.23.06.2020 -

Korona bütün dünyada kol geziyor. En çok da Amerika’da evsizlerin ve zencilerin yaşadığı yerlerde ölüm oranlarının çok yüksek olduğu istatiksel verilerle belirlendi.

Bütün bunları alt alta toplayın ve yanına kocaman bir eşit işareti koyun karşısına da yoksulluk yazın. Bu kelimenin altını da kalın bir çizgiyle çizin. YOKSULLUK. 
Dünyanın her yerinden gelen felaketlerden, derelerden, binaların çatlaklarından yoksulluk akıyor.
Bu geçirmekte olduğumuz korona günlerinde işsizliğin ve iş kayıplarının artması nedeni ile gittikçe de büyüyerek akmaya devam edecek. Ayrıca yoksulluk büyüyüp derinleşirken aksi gibi gittikçe de küçülerek herkesin herkesi gördüğü bir dünyadan bahsediyoruz. Üstelik yoksulluk öyle bir kenara koy üstünü bir güzel bastır sesini de kıs öylece bıraktığın yerde kalsın denebilecek hareketsiz edilgen bir nesne değil. Gerçi daha geçen ay Diyanet İşleri Başkan  medyadan okuduğum kadarıyla “Fakirlik Allah'a yakın olmaktır “diyerek yoksulluğu hareketsiz edilgen bir paket olarak yerleştirmek istiyor olabilir. Ama işte öyle olmaz. Dünyada barış ve düzen isteniyorsa ki günümüz dünyasında en çok istenen artık bu. Korona günleri öğretisine göre de herkes aynı gemideyse o geminin devrilmemesi veya su almaması gerek.
Bugünlerde değişik face grup yazışmalarından örnekler  vereyim konuyla ilgili:
İleti 1: Barış istiyorsak barış indeksine değil GİNİ indeksine bakalım. Bu ülkede Siirt’te doğan iki kişiden biri neden 65 yaşına gelmeden ölüyor? Salgına bakalım konut fiyatı indeksi ile korona yoğunluk haritasını üst üste koysak aynı renkler çıkar. Barış indeksi değil GİNİ katsayısı önemli.
İleti 2: Dünyadaki ülke örneklerine bakarsanız zaten barış endeksi ile GİNİ katsayısı paralel gider. GİNİ katsayısı düşükse ülkedeki huzur ve barış ortamı iyi demektir. Barışın olmadığı yerde huzur olmaz. Şiddet, adaletsizlik, terör ile hep iç içedir.
İleti 3. Barışa hepimizin ihtiyacı var. En varsıllar ve en güçlülerin de. Çözüm yolu tek: Bu gittikçe derinleşen ve derinleştikçe de çığ gibi yayılan yoksulluğu önlemek. Herkesin insanca yaşamaya hakkı olan bir dünya düzenini sağlamak. Tabii ki yeteneğine ve çalışkanlığına bağlı gelir düzeyi farklı olabilir ama yani şimdiki gibi dünyadaki en zengin 62 kişinin kazancı diğer taraftaki 3,6 milyar insanın kazancını aşmakta ise veya ülkemizin en zengin %10'unun toplam geliri, en fakir %10'un toplam gelirinin tam 12,6 katı ise OLMAZ. Böyle olmaz.

Korona bunu tekrar tekrar vurguladı daha da vurgulanacak.👍

Evet, masadaki pastayı herkes görüyor. Öyle aksırıncaya tıksırıncaya kadar yemek yok. Aç gözlülükle çalmak çarpmak yok. Pasta herkese yetecek kadar var. Kim gerçekten çalışıyor ve üretiyorsa en küçük dilimin insana yakışır olmasını da gözetleyerek hakkına  düşen kendi payını alacak. Başka bir çare yok. Bir de zaten fazla yemek sağlığa zarar bir şey. Her şey kararında olmalı. Tabii ki herkesin hakkını alabildiği insanca bir yaşama sahip olacağı böyle bir düzeni kurmak bu yaşadığımız egemen dünya düzeninde hemen olacak bir şey değil ama koronanın bize hatırlattığı “aynı gemi” gerçeği ile biraz çeki düzen verilebilecek gibi. Ne kadar hızlı ve etkili çekidüzen verilirse o kadar huzurlu bir dünyaya erişecek olmamızın gerçeği de işte karşımızda öylece duruyor. Görmemek için kör olmak lazım. O halde umut var diyelim.
                                                                                                            Feride Cihan Göktan
                                                                                                             28. 6. 2020

1.Gini katsayısı, bir ülkede milli gelirin ülke vatandaşları arasındaki dağılımındaki eşitliği/eşitsizliği ölçmek için kullanılan en popüler yöntemdir.İstatistikçi ve sosyolog Corrado Gini tarafından ilk defa 1912 yılında geliştirilmiştir.

2. Küresel Barış Endeksi (İngilizce: Global Peace Index), ülkelerin ve bölgelerin göreli barışçıl konumunu ölçen bir girişimdir..Dünya genelinde 163 ülkenin barışçılık seviyesini ölçen 2020 Küresel Barış Endeksi araştırması, dünya genelinde barışın azaldığını gösterirken, Türkiye'nin 150'nci sırada yer aldığını ortaya koydu.



                                                                                                           

                                                                                                                   









20 Haziran 2020 Cumartesi

KORONA GÜNLÜKLERİ 35

            Korona Günlükleri 35
KORONA BELİRSİZLİĞİ VE KOLEKTİF KORKU ÜZERİNE …
Korona günleri devam ediyor. Belirsizliği de öyle. Zaten bugünlerde de psikiyatri uzmanları ve psikologlar bu konu üzerinde çok konuşuyorlar. Belirsizliğinin yaptığı yüreklerimizdeki sıkışma hissi. Şu korona günlerinde neler ile yüzleştik? Belirsizlik … Sanki bugüne kadar her şey belirli miydi?. Halbuki her zaman her şey belirsizdir. Bir yola çıkarsınız, biriyle karşılaşırsınız, bir check-up yaptırırsınız, ne bileyim bir kitap okursunuz 😍hayatınız değişir. Bu böyledir. Hep değişmek üzerine. Rastlantılar ve olasılıklar. Dikkatimizin ve bilincimizin dışında olup bitenler. Yaptığımız her şeyin hep bir belirsizlik payı vardır. Bana kesin bir şey söyleyin🤯. Yok bulamazsınız. Tek kesin olan şey ölümdür. Peki korona belirsizliğinin diğer belirsizliklerden farkı ne? Farkı şurada ki aynı olaya hepimiz aynı sürede maruz kalıyoruz. Kolektif bir belirsizlik.  Aslında en önemlisi  sonun belirsizliği ürkütüyor ve yüreğimizi sıkıştırıyor😱. Sonunda ölüm olmayan bir belirsizlik olsa kimse takılmaz buna. Nasıl bir hastalıkmış, neden çıkmış, kime bulaşmış, kime bulaşmamış pek umurumuzda olmaz. Sonuçta hepimiz geçireceğimizi ve yine hayatımıza devam edeceğimizi biliriz. Sıkıntı yaratan sonun bilinmezliği ve esas olanı da ölüm korkusu. Tabii ki toplumda bunu takıntı haline getiren de var. Dört aydan beri sokağa burnunu çıkarmamış, eve giren her şeyi yıkayan. Ya da tam tersi ölümü takmadığı için ya da sonunda ölüm olabileceğine inanmadığı ya da çok korktuğu için kabullenmek istemediğinden koronayı tanımayanlar, virüse inanmayanlar var. Hep böyledir: iki uç vardır ve arada bir plato eğrisi. Çoğunluk endişeli. Ucunda ölüm olduğu için. Aslına bakarsanız bilimsel olarak risk çok düşük. Ölüm hızları genel popülasyonun ortalama binde biri veya ikisi civarında. Ama işte bu bin kişiden o iki kişi kim olacak? Bütün hayat bütün tedbirler bütün telaşe bunun üzerinden kopuyor. Hepimiz ölümden aynı anda aynı sebeple korkuyoruz. Haliyle korku gittikçe büyüyor. Bu endişe, bu kolektif korku ne kadar devam edecek?  
İşte tam da bu tanımlamayı “kollektif korku” tanımlamasını kendiliğimden kullandım. Acaba böyle bir tanımlama var mı diye araştırınca tabii ki var.  Aşağıya ilgili bir metin koydum. Hatta Betrand Russel’ın kolektif korku üzerine meşhur bir sözü bile varmış.
Kollektif korku ‘sürü psikolojisini’ arttırır ve bu sürüye ait olmadığı düşünülenlere karşı şiddet yaratır.” Bertrand Russell.
Kolektif korkunun haliyle endişe katsayısını hatta salgının kendisini bile arttırdığı yönünde yazılanlar var. Zavallı dünya! Zavallı insanlık! Kolektif korkularla tarih boyunca ne kadar da çok sınanmış. Tabii ki bunları yazınca aklıma kolektif mutluluk💃 diye bir tanımlama var mı, diye geldi ister istemez. Bütün insanlığın yüzüne yayılan bir gülümseme ile dünyanın döngüsüne eşlik etmeleri.🌞 Teorik olarak bu kavram da çok yazılmış çizilmiş  ancak pratikte insanlık kolektif korkuyu defalarca  yaşadığı  halde  bunu hiç yaşamamış. 
“Ne güzel bir dünyada yaşıyoruz” demek mesela ne kadar da ütopya ötesi bir ütopya.
Şimdi bütün bunlar aklıma niye geldi? Yine bir umut işte…Şu korona dedikleri lanet acaba dünyanın daha iyi daha güzele gitmesi için bir vesile olacak mı? Kolektif bir mutluluğu bu dünya tadacak mı? Şimdi biliyorum okurların çoğu bu soruyu küçümsedi ve fazla bir Polyannacı buldu. Daha da kötü olacak, gelir adaletsizliği pik yapacak, her zamanki gibi güçlüler hayatta kalacak (tabii ki buradaki güç doğal güçler değil en yapay güçler haliyle). Bütün bu dediklerinizi duyuyorum ve hak veriyorum. Ama eninde sonunda daha iyi olacak. Biz görür müyüz görmez miyiz bilemiyorum. Ama şimdi bir sınavdan geçiyoruz birlikte yine sınıfta kalabiliriz ama eninde sonunda doğru yol bulunacak.  … devam edeceğim.
                                                                                                Feride Cihan Göktan
                                                                                                 20. 6. 2020

Not. 1 Meraklısı için
Aşağıya kolektif mutluluk ve kolektif korku üzerine 2 makale yerleştirdim. Bu konularda özellikle yabancı dilde ne çok makale varmış meğer: 


12 Haziran 2020 Cuma

"GÜNDÖNDÜ" Belgeseli İçin... .


"GÜNDÖNDÜ" belgeseli için...


Bu topraklardan hüzünlü dereler akar
Neşe’nin kaybolduğu …
Neşesiz üzgün öyle akıp giderler,
Dere kuru, toprak çatlamış, balıklar ölü.
                              Feride Cihan Göktan 


“GÜNDÖNDÜ” Belgeselini ağlayarak seyrettim. Doğanın yok oluşunu. İnsanın doğaya zulmünü. Diyeceksiniz ki evet doğanın yok oluşunu hepimiz biliyoruz. Ne var bunda ağlayacak? İşte tam da bu nedenle. Artık hepimizin bunu kanıksamasına, bu yok oluşa, gözümüzün önünde cereyan eden bu yok oluşu bildiğimiz halde sessiz kaldığımız için  ağlayarak seyrettim.  Belgeselin başarısı tam da burada.  Görmezden gelinemeyecek kadar etkili anlatılmış doğanın katliamı.
Zavallı insan!  Hep güç peşinde koşturarak bütün çağları aşarak yakın çağ ile birlikte sanayi devrimi ile bilimde, teknolojide düşüncede şaha kalktığı varsayımıyla şimdi de doğayı dize getirmeye çalışıyor. Doğaya hâkim olacak. Dünyayı dize getirecek. Mars’ta yaz tatiline gidecek.  Ayın karanlık yüzünde gezip dünyaya göz kırpacak. Nehirlerin yollarını değiştirecek. Antarktika’da maden ve petrol arayışları yapacak. Ama işte doğanın muhteşem matematiği asla buna müsaade etmiyor. Etmeyecek de. Doğadan aldığını bir gün mutlaka geri vereceksin. Hem de felaketlerle. İşte iklim krizleri, küresel ısınma, susuzluk, sel, deprem, su baskınları, ölümcül salgın hastalıklar. Doğanın dengesini bozdukça bu hesaplaşmanın şiddetlenerek devam ettiğini her geçen gün görüyoruz zaten.
 Nejla Demirci’nin “Gündöndü” belgeseli Trakya’da neredeyse 35 -40 yıldan beri yaşanan bir ekolojik yıkıma tanıklık ediyor. Ergene nehrinin hemen yakınlarında gecekondu zihniyetiyle büyüklü küçüklü plansız programsız kurulan sanayi tesislerinin kim bilir kaç bin yıldır kilometrelerce, özgürce çağıldayarak akan tertemiz suyu nasıl kirlettiğini ve şimdilerde  artık  Ergene’de zift ve balçık  aktığını anlatıyor. Nehrin ve derelerin balçığı tabii ki toprağa ve dolayısı ile vücutlarımızın içine bulaşmış durumda. Ekosistem cinayetlerinde bu sistemin tüm ögeleri olarak yani toprak, su, hayvan, bitki ve insan hep birlikte can çekişerek ölüyoruz. Bu kaçınılmaz.
Belgeselde konuşan yöre halkının yüzlerindeki o mutsuzluk, o derin karanlık kırışıklıklar ve hiçbir zaman gülemeyecek kadar katılaşmış yüz ifadeleri seyreden herkesin doğanın bu fütursuzca katliamının karşısına dikilmesi ve mücadele etmesi için yeterli bence. Kızını, Neşe’sini, yalan yanlış yapılan köprünün yıkılmasıyla sulara kaptırmış Hasan amcanın sessiz çığlıkları vicdan çeperlerinde yankılanıyor.  Fakir misin? O zaman yanlarına sokulamıyorsun. Bir şey söylediğin zaman kızıyorlar.” Egemen karşısındaki yalnız ve çaresiz, ıstırapla kaplı yüzüyle bunları söylüyor kameraya. Hasan amcanın bu ıstıraptan görünmeyen yüzünden hepimiz sorumluyuz aslında.
            Farkındalığı arttırmak çok çok önemli. Bu belgeseli herkes seyretmeli. Günümüzün Moğol istilası bu. Moğollar da yağmalamak istedikleri şehrin tüm nüfusunu yok etmek için şehri besleyen nehirlerin yataklarını değiştirirlermiş. Bu insana ve doğaya saygısız çarpık sanayileşmenin durdurulması gerekir. Gideceğimiz başka bir dünya yok çünkü.
Bu belgeseli hazırlayarak farkındalığımızı arttıran Nejla Demirci ve ekibine teşekkürler. Aşağıdaki linki seyredin lütfen. Bu yeni kovid salgını nedeniyle halen gösterime açık. Seyredin ve siz de tanık olun.
             
                                                                                                              Feride Cihan Göktan
https://www.youtube.com/watch?v=FNxEPEgSgkc

4 Haziran 2020 Perşembe

KORONA GÜNLÜKLERİ 34

KORONA GÜNLÜKLERİ 34
Korona bize ne öğretti? Hep öğrenecek bi şeyleri olan biz insanlar için yaşamak bir bakıma devamlı öğrenmek demek. Yeni bi şeyler öğrenmek veya eski bildiklerini doğrulamak veya yanlışlamak ... Bu bir sarmal halinde yeryüzü yolculuğumuz boyunca devam ediyor. Deneyimlemek. Neredeyse  4 aydır her birimiz bütün dünya ile birlikte yeni bir deneyimden geçiyoruz . Küresel bir salgından. Dünyanın küreselleştikçe küçüldüğünü küçüldükçe hızının arttığını var sayarsak böyle bir salgının yarattığı panik ve korku her birimizin kafasının içine yerleşti. Televizyondan sabahtan akşama korona haberleri aldık.  Açık saçık “ölü” kelimesi bütün spikerlerin diline pelesenk oldu.😱 Toplu mezarlar gösterildi. Korktuk. Fazlasıyla korktuk. Hatta o kadar korktuk ki bu virüs yok, uydurmayın, nereden çıkarıyorsunuz bu saçmalıkları diyen çok aklı başında insanlar oldu. Biliyorsunuz gerçeği inkâr etmek de bilinç dışının savunma mekanizmalarından biridir. Reddedenler ve korkudan tirtir titreyenler…Sonuçta yaşama içgüdüsü iyice depreşti. Yaşamak istiyoruz. Ölmek istemiyoruz. Ne kadar zor olursa olsun ve ne kadar hüzünlü olursa olsun her ne olursa hayatımızı seviyoruz. Yaşamak güzeldir.   Her şeye rağmen yaşamak.🌞
            Hatta geçen gün şöyle düşündüm: yaşlanmaktan korkarken, a, bir de baktık ki ölüm gerçeği yanı başımızda. Görmezden geldiğimiz o çirkin adam👺. Oysa bu gerçeği hiç düşünmeden sadece yaşlanmaktan korktuğumuz ve bundan kaçabileceğimize de bizleri inandıran modern hayatlarımız var. Bilimsel çalışmalarla veya  diğer alternatif öğretilerle bedenlerimizin ve ruhlarımızın hep genç kalabileceğine inandık ve inandırıldık. 70 yaşında çılgınca dans eden kadınlar,💃 seksenlerinde balıklama denize atlayanlar, fit yaşlı kadınlar, motosiklet tutkunu saçları arkasından bağlı geçkin delikanlılar…gel de inanma gel de çabalama … estetik ameliyat güzellemeleri, botokslar, aerobik, pilates seansları, uzun yorucu diyetler. Her şey genç kalmak, genç görünmek için.  Aslında kocaman bir yalan. Kovid karşımıza geçti ve kasıklarını tutarak kahkahalarla gülüyor bu halimize. Esas gerçeğin ölüm olduğunu. Yaşlanmaktan neden korktuğumuza anlam veremediğini haykırdı yüzümüze yüzümüze. Bu dünyada bu engebeli dünya yürüyüşümüzde her köse başında ölümün soğuk yüzüyle karşılaşabileceğimiz gerçeği kafamıza dank ederek keşke yaşlanabilsek demeye başladık. Ey hayat müsaade et yaşlanalım. Yaşlanabilelim. COVİD 19 öğretilerinden biri bu.
            Saçlarımın dip boyası geldi hiç umurum değil. Karantina günlerinde bir iki kilo almış olabilirim Ayrıca yaşlandım gibi hissediyorum kendimi. Hiç önemli değil. Umurumda da değil.  Önemli olan hayatta olmak. Tabii ki yaşlanacağım ve öleceğim. Bunu bilerek yaşamak lazım.

Aslında gerçek hep gözümüzün önünde. Yılda 1 milyon 300 bin kişi trafik kazalarında ölüyor. Kanser, kalp krizi, savaşlar, terör, milyonlarca kişiyi öldürüyor. Korona devede kulak bu sayılarım yanında. Ama işte bütün dünya TV’lerden, yayın organlarından, iletişim araçlarından hep birlikte bağırınca korktuk. Çok korktuk.
Hayal edemeyeceğimiz boyutlarda mini minnacık ötesi bir virüs hep görmezden geldiğimiz kocaman bir gerçeği gösterdi bize..
Esas olan yaşamaktır. 💖                                                                                       
                                                                                                           Feride Cihan  Göktan
                                                                                                            4. Haziran .2020 


















1 Haziran 2020 Pazartesi

KORONA GÜNLÜKLERİ 33


Korona Günlükleri 33
Korona bitiyor (mu?) 
Bitti. Dünden beri normale döndük. Ben şaşkınım. Herkes şaşkın. Sersem sepelek düştük yollara. Gerçekten ne oldu da bitti? Ha zaten ben nasıl başladığını da anlamış değilim. 15 martta başladı dediler. Hastaneler hastalar ve gerçekten ölümler oldu. Şakası yok yani.  Şimdi de bitti diyorlar. Nasıl bitti ya? Ne oldu da bitti? Tamam azalmış olabilir çünkü günlerden beri evin içinde herkes. Şimdi hürra sokağa çıkıldı. Anormal bir şekilde normale geçildi.😂
Bilim kurulu üyesi havalar ısındı diyor. Isınınca bu virüs yaşaması az ihtimal diyor.  Yani ihtimal ama az olasılıkla. e bunu sokaktaki  seyyar satıcı da “hadi kaçacak delik ara kendine  sıcaklar geldi ey korana" diye bağırıyordu  geçen gün.  Sonra yine  bilim kurulu üyesi az korkun diyor.  Allah Allah?  Korkun ama az. Nasıl yani? Doktor bey, korona uzmanı doktor bey, az korkunuz ne demek? Sonunda ölüm olan bir şeyden bahsediyoruz. Ölümden az korkun diye bir şey olabilir mi?💀 Üç gün önceye kadar çok korkun evde kal Türkiye, ev ev ev diyenler üç gündür  çıkın ve az korkun diyorlar. Hayret gerçekten. Tekrar sorayım ne oldu da biz böyle hemen aniden açıldık saçıldık? toplumsal bağışıklığımız mı hesaplandı? Antikor testleri yüzde kaç kişiye yapıldı. Hastanelerin güvencesi nedir? Test sayısı ne kadar olursa bir tarama yapılmış olur? Antikor testleri ne kadar yapıldı? Risk gruplarına hangi hızla yapılacak? Bildirilen günlük yeni tanı konan hasta sayısı en az 14 gün süreyle” 0” ise hastalık kontrol altındı demektir diye halk sağlığı uzmanları bildiriyor. Şu an öyle değil. O halde?
 Bunlar hiç konuşulmuyor. Sadece Ahmet Hakan'ın cahilce sorularına zaten ne sorarsa sorsun aynı cevap veriliyor iki buçuk aydan beri. Mesafeni koruyacaksın. Maske takacaksın ve Ellerini yıkayacaksın… e bütün önlem buydu ise ki bence de en başından beri buydu: mesafe, maske, el hijyeni, ve kalabalık yerlere gitmemek. Ama biz de biraz abartılarak ev hapsine döndü. Sahilde yürümek yasaklandı. Parkta koşturanlar ceza yedi.
Ayrıca bu kadar açılmışken 65 yaş üstü neden hala evde? Onlar da kendilerini koruyarak çıkabilirler artık bu kadar açılmışken.
Madem bu kadar aniden açılacaktık neden o kadar kapandık? Bir de normale dönmek   için güvendiğimiz ne? Biz yoksa boşuna mı bu kadar kapandık?
Bazıları çok tedirgin bazıları da hiç umursamıyor. Tuhaf bir durum yani. Ama bu tuhaf duruma hak vermemek elde değil. Çünkü bu virüs de gerçekten bir tuhaf.  Kime ne yaptığı neden yaptığı ya da neden yapmadığı hakkında hiç kime bir şey bilmiyor? Biyolojik bir silah mıdır, nedir bu meret, dünyanın başına tebelleş oldu.
Ne diyeyim ben de bilim kurulu üyesinin ve seyyar satıcının ortak fikrini söylemekten başka bir çarem yok. “Sıcaklar gelsin, kavursun şu koronayı 😂… her şey çok komik gerçekten.
 Siz yine bu “yeni normalleşmeye” geçmeden şu aşağıda paylaştığım bir sağlık sitesinden aldığım oldukça akla yakın mantıklı uzman önerilerini bir okuyun derim.  

Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinin pandemi kliniğindeki bir doktorun paylaşımıdır.
Herkese iyi pazarlar. Yarından itibaren “ Yeni Normal Hayat”a geçiyoruz. Bilgim, deneyimim ve gözlemlerim doğrultusunda bir takım uyarıları paylaşmakla kendimi sorumlu tutuyorum. Ekonomik nedenlerle ve bildirilen sonuçların biraz düzelmesiyle erken başlayan bir süreçte
“ bizleri daha neler bekliyor?” sorusunu inanın kimse tam olarak yanıtlayamıyor. Buzdağı’nın altı gibi, virüsle ilgili bilmediklerimiz. Ama uyulması gereken bazı kurallar var, bunları paylaşmak istiyorum.
1- Genel kişisel temizlik kurallarına devam( devamlı evde kolonya ve dezenfektan kullanmak, alışveriş torbalarını uzun uzun temizlemek gibi abartılı işlemlere gerek yok)
2- maske takmak ( evin içinde gerek yok)
3-Sosyal mesafe
4- Kalabalık ve kapalı yerlere zorunlu olmadan gitmeyin.
5-Restoran ve kafelere enfeksiyon sonuçlarının tam belirlenmesi açısından 15 Haziran’dan sonra gidin veya hiç gitmeyin.
6-Hastane ve sağlık kuruluşlarına zorunlu olmadıkça gitmeyin.
7- Ziyaret ve görüşmeler mümkünse açık havada ve sosyal mesafeyle yapılmalıdır.
8- Ne yazık ki 65 yaş üstü ve 20 yaş altı ilişkileri ( torun- büyükler) biraz mesafeli olsa iyi olur.
9- Günlük ilaçlarınızı, beslenmenizi, sıvı alımınızı ve yaşınıza uygun sporu yapmayı bırakmayın. Çok yemeyin, içmeyin, yorulmayın.
10- Bildirilen günlük yeni tanı konan hasta sayısı 100’ün altına inerse maskenizi açık havada çıkarın, kapalı ve kalabalık yerlerde yine takın.
11- Bildirilen günlük yeni tanı konan hasta sayısı en az 14 gün süreyle” 0” ise hastalık kontrol altında demektir .
12- “0” hasta ile virüs kontrol altında demek, pandemi bitti demek değildir. Biyoloji matematik değildir. Mutasyon olur, 2.-3. dalga olur, hava şartları değişir, yurt dışından gelen olur vb.
13- 2.dalga uyarısı nedeniyle yazlıkta olanların 15 Eylül’den önce evlerine dönmesi önerilir.
14- Toplu taşım araçlarına binecekseniz erken binin ve maske, eldiven ve sosyal mesafeye dikkat edin.
15-Lütfen öncelikle kendi aileniz olmak üzere yakın çevrenize dikkat edin. Market, AVM’ler ateş hattıdır erkenden gidin alışverişinizi yapıp bitirin. Her okuduğunuza inanmayın. Yeter ki kendinizi koruyun. Abartmadan kendimizi , küçüklerimizi ve büyüklerimizi koruyalım ,uyaralım. Kimseden korkmayın virüsten korkun.


Buradaki 13.maddeyi ben de anlamadım. İkinci dalga uyarısı mı var? Hep konuşuluyor da uyarı daha verilmedi. Yoksa verildi mi? Yok yok herkesi delirtecekler bence.😠

Ya gerçekten şu virüsü bir görsek katili olacağız ama yok işte görünmüyor. Bize görünmeden defolup gidecek inşallah. 👺
        
                                                                                                                  Feride Cihan Göktan 
                                                                                                                     2- haziran -2020