bu hayat senin, iyi düşün kararını ver (!)
Doğrudan konuya gireyim en iyisi.
Oldukça acıtıcı ve düşündürücü çünkü.
Üniversitelere yerleşme tercihleri başladı. Herkeste bir
telaş, İlk sekiz bine veya on bine
girenler istedikleri yerlere girecekler. İmtihanın kendisi çok vahşi zaten. İmtihana giren sayısı 2.5 milyon. Ancak 10 bini
istediği yüksek puanlı yerlere yerleşecek. Üniversite yerleştirme sistemi hep
böyledir, hep vahşidir. Artık bu durumu kanıksıyoruz. Bizler ve çocuklarımız
hep bu cendereden geçtik ve gençler geçmeye devam ediyor. Ama şimdiler de durum daha da vahim. Bir giriş yapmayayım olayı hemen anlatayım dedim ama giriş yapmadan
olmuyor bu vahşi imtihan düzeninde. Diyeceğim
eskisi de böyleydi yenisi daha da
vahşi…
Geçen gün üniversite tercihini yapmaya
yardımcı olabilir miyim ricası ile gelen bir genç kızı anlatmak
istiyorum. İlk on bin içine girmiş. Puanı Hacettepe ve Ege Tıp hariç diğerlerini tutuyormuş. Yanında annesi ve babası. Mütevazi bir aile. Kızları ile gurur duyuyorlar
haliyle. İlk on bin arasına girmiş. Kolay
değil. Tıp fakültesini istiyorum ama hiç de güzel şeyler söylemiyorlar, diyor. Belli ki hedefine bu kadar yaklaşınca söylenenlerle irkilmiş. Annesi ve babası
da gözümün içine bakıyorlar cesaret vermem için. Kız üzgün. Bak diyorum,
sana ne işin var doktorlukta,
diyen arkadaş cerrahmış. Çok
haklı böyle söylemekle. Cerrahi
branşların işi çok zor. Sen başka bir bölüm seçersin kendine.
O sırada odamda tesadüfen bulunan iki kıdemli hekim belki de
kızcağızın gerginliğini pek hissetmeden belki de ona gerçeği yalnızca gerçeği
söylemek kararlılığı ile “yok kızım ne işin var, bu meslek öldü artık.
Yapılacak bi şey değil” diyorlar. Lafı tekrar alıp, bak diyorum bu meslek zor.
Ama sen belli ki çalışkansın. Senin başaramayacağın bir iş değil. Ama tabii ki
mecburi hizmeti var. Uzman oluyorsun yine mecburi hizmeti var. Yan dal filan
yaparsan yine mecburi hizmet. Yani uzun bir yol. Ama doktor olmak iyidir. Saygın bir
meslektir. Tesadüfen odamda olan doktor
arkadaşlar bana şaşkın şaşkın bakıyorlar “ya neresi saygın? Saygınlığı mı
kaldı ?” diyor birisi. Hatta her gün dayak yiyiyorlar diyor diğeri. Kızcağız
yutkunuyor. Annesi ve babasının yüzünde endişe. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum.
-Ben araştırma yapmak istiyorum, diyor en temiz, en içten, en hevesli haliyle.
-Çok zor. Bu uzun yolu geçmen gerekir zaten sonra mecalin
kalmaz diyorum. (bunu içimden söylüyorum tabii ki, daha çok kırmamak için )
Canım benim. Bu
konuşmalardan sonra, aslında moleküler
biyoloji de istiyorum, ona da rahatlıkla
girebilirim diyor. Oradan babası atlıyor;
- iyi de kızım iş garantisi yok. Mezun olunca ne yapacaksın, doktor oldun mu
aç kalmazsın en azından.
-Yok diyorum, öyle demeyin. Moleküler biyolog
oldu mu yurt dışına filan gider.
Babasının yüzünde bir hüzün dalgası. Annesi nasıl olacak o kadar para nerde bizde der gibi
bakıyor.
Ayağa kalkıyoruz ayrılacağız. “Güzelim, sen yüreğinin sesine
bak. Gerçekten nereyi istiyorsan oraya
kaydını yaptır. Bu hayat senin” diyorum.
Son cümleyi söylediğimde, çalışkan, akıllı ve bileğinin hakkıyla ilk
sıralara girmiş narin güzel kız hıçkırıklara boğuluyor. Ona sarılıyorum. Ağlama
lütfen diye. Ben de neredeyse ağlayacağım.
O kadar çalıştığı, bu vahşi imtihandan başarılı çıktığı
halde, daha en başta, yolun en
başında ne kadar endişeli ve mutsuz…
Haklı da… Bir gence, bu hayat senin, diye seslenmek ne kadar inandırıcı sizce? Ayrıca çok da hüzünlü, bu ülkede.