Feci'nin Blogu

22 Şubat 2023 Çarşamba

Depremin Pik /İvme Değerleri ve Kırılgan Hayatlarımız

            Depremin Pik /İvme Değerleri ve Kırılgan Hayatlarımız

Çok acayip günlerden geçtik. Daha da geçiyoruz. Depremin 17. Günü neredeyse 20 gün olacak. Bir fırtına içine girdik. Her yer yangın yeri. Karanlık bir tünele dünyanın bütün sisini doldurmuşlar da biz bu tünelin içinden nefessiz geçiyormuşuz gibi. Sanki yavaş yavaş tünelden çıkmak üzereyiz. Sanki kapkara sis yavaş yavaş dağılıyor tabii ki geride kalan yanmış yıkılmış kocaman şehirler harabeye dönmüş evler ve insanlar. Bu toz duman dağılıp sis açıldıkça bu manzara daha da kötüleşecek eminim. Nasıl dayanılacak? Nasıl dayanacağız? Nasıl her şey normale dönecek? Bu cümledeki “her şey” kelimesini at gitsin zaten. Asla ama asla öyle bir şey olamaz. Bu cümlede İkinci problemli kelime de “normal”. Evet yavaş yavaş normale döneceğiz ama yeni bir normale. Bütün bu felaket yanı başımızda oldu. Arkadaşlarımızı tanıdıklarımızı veya hiç tanımadığımız binlerce insanı kaybettik, binlercesi sakat kaldı, evleri başlarına yıkıldı.  Yer yarıldı içine girdiler. Ve biz bütün bunları seyrettik. Bir film seyredince, bir kitap okuyunca aynı insan olmadığımızı bilen insanlar olarak böyle bir felaketin içinden geçtikten sonra nasıl bir önceki eski normale dönebiliriz?  Normalleşme süreci içinde “yeni bir normal” olacak hepimiz için.  Bu süreç, yeni bir normale dönme süreci ne kadar sürecek? O da belli değil.

Bu karanlık tünelden geçerken, ben mesela ki birçok arkadaşım da öyle biliyorum, kelimelerimizi kaybettik sanki. Söyleyecek bir şey yok gibiydi. TV seyrederken o felaketin yüzleri hepimizin zihninden çıkmayacak gibi. Orada o cehennemin içinde olanların şokta olduğunu düşünüyorum. Şokta olmak belki de zihni kilitleyip delirmekten önlüyor insanı. Yani zihnin, ruhun savunma mekanizmalarından biri şok hali olmalı. Her şeyini kaybetmiş insanlar, ailelerini, evlatlarını sevdiklerini, evlerini, eşyalarını. Nasıl delirmiyorlar? İşte şokta olmak ile zihin ve beden korunuyor kanımca.

O çocuklar, o gençler, o yaşlılar…  Hangi TV kanalındaydı şimdi hatırlamıyorum.  Muhabirin enkaz arasında dolaşırken yaptığı hüzünlü röportajlardan biri.  Hem TV seyircilerini hem de kendini kurtarmak istercesine güleç bir kız çocuğuna yönlenmesi. Eğleniyor musun, dedi 9 yaşında olduğunu söyleyen tatlı kızın yüzündeki çocuk sevincine sığınarak. Hepimiz ona sığınıyorduk. Evet dedi tozlu topraklı yüzündeki saçlarını geriye atarak küçük parmakları ile karşısındaki çadırı işaret ederek. Çizgi filmler gösteriliyormuş orada. Röportaj yapan gazeteci arkadaşın yüzüne bulaşan çocuk sevinci ile sanki hepimiz, biz seyredenler nefes aldık gibi olduk. Ancak hemen ardından güzel kız annesine biraz daha sokularak neredeyse yüzünü saklayarak, orada üzgün çocukları eğlendiriyorlar, deyince ben ağlamaya başladım. Zannedersem ana haber bülteni spikeri de. Bu ülkenin üzgün çocukları…Üzgün çocuklarımız.😢

Yine harabeler arasında orta yaşlarında, belki de gençtir bilemiyorum, bu felakette herkes en az on yıl yaşlandı çünkü. Onun da yüzünde ve vücudunda  bir çöküklük, kelimelerinde bir yavaşlık var.  Spiker mikrofon uzatınca bakın dedi siz de bakın. Şöyle bir uzakları göstererek.  Benim çocukluğum gitti gençliğim de gitti. Hiçbir şey kalmadı. Hepsi yerle bir oldu. Bunun karşısında ne diyebilirsiniz?  Ne düşünebilirsiniz? Sadece yutkundum. O kadar.  Zannedersem spiker de öyle yaptı. Ne denir ki?😢

Yaşlı bir amca.  Bütün geçmişini yüzünde taşıyor sanki. Yarım yamalak gülümsemesinde bile geleceği neredeyse yok olmuş gibi umutsuz... Saçı sakalı karışmış. Gözleri zor görünüyor zaten yere bakıyor. Siz neler söyleyeceksiniz, dedi muhabir doğrudan. Ne diyeyim kızım, buna da şükür.  Allah beterinden saklasın dedi öyle sessiz öyle ağlamaklı. Benim gariban amcam. Benim bilge amcam. Yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiş. Ölerek yaşamanın.😢

Bu geçtiğimiz günler herkese bir ders olmalı… ölmek için yaşamamalıyız. Zaten bir gün öleceğiz. Yaşamak için yaşamalı herkes bu ülkede bu dünyada… Bunun yolu için hepimiz mücadele etmeliyiz. Birimiz öldüğünde hepimiz biraz ölüyoruz çünkü.

Biliyor musunuz ben de ancak bugün bir şeyler yazabildim. Çok öfkeli, çok üzgün ve dediğim gibi sanki kelimelerimi kaybettim. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Tabii ki söylenecek çok şey var. Eksiklerimiz, yanlışlarımız, günahlarımız… Hepsi söylenmeli ki hep birlikte daha güvenli yaşayalım. Çocuklarımız üzgün olmasın.   Depremin pik değerleri hayatlarımızı kırıp geçmesin.

                                                                                                                        Şubat / 2023

 

9 Şubat 2023 Perşembe

ACI DENİZİNDE YÜZMEK

 

             ACI DENİZİNDE YÜZMEK 

Acı deniz olmuş. Dalga dalga bütün ülkeyi kapladı. Elimiz yüzümüz içimiz dışımız acıya bulandık hepimiz. Çok şiddetli ardı ardına iki deprem. Asırlık Antakya Kalesi yıkılmış. Daha ötesi yok. Tarih yerle bir. Binlerce insan enkaz altında. Binlerce ölü çıkarıldı daha da çıkarılacak. Gözyaşları sel. Aileler evler paramparça.  Bu manzara ne anlatılabilir, ne de yazılabilir? Sadece hissettiklerimiz var. İçimizde derinlerden çok derinlerden gelen ah nidaları. Ah! Ah! Sanki bu felaketi başka bir kelime özenle kurulmuş en edebi bir cümle anlatamayacakmış gibi. Anlatamaz zaten. Ah! Ah! Ne oldu böyle? Başka bir cümle başka bir kelime bulamıyorum ben.

Öfke, üzüntü, bağırma, çağırma bu arada olay yerine cansiperane koşturanlar. Toz duman içinde her şey. Kaç arkadaşım kaç meslektaşım sahada. İyi ki böyle iyi insanlar var. Sadece acıyı ekrandan seyredip klavyeleri ile ortak olmayıp bizzat o cehennemim içine girmeye gidiyorlar. O ateşin içine..

Sessizlik. Felaketi görmek en azından bir çare olmak için sessizlik. Enkaz alanlarında istenen kısa süreli bir sessizlik gibi. Bir felaket karşısında önce bir durulur, bir susulur.  Yok, herkes hepimiz çok konuşuyoruz, çok biliyoruz ve aniden kendimizi bu korkunç olayın sorumluluğundan “biz masumuz” diye sıyırmaya çalışıyoruz. Oysa birazcık sessiz olmaya çalışsak daha derinden gelen seslerimizi duyacağız ve daha akıllıca sorgulayacağız. Hiç olmazsa şu felaket şu acı şu yangın biraz olsun şiddeti azalsın. Sahaya koşturamıyorsak en azından yaralarımızı sözle sohbetle gözyaşımızla saralım. Yunanistan’ın Türkiye deprem haberi için  yaptığı klibi  seyrederken hıçkırıklarla ağladım. Yaralarımıza dokunan kardeşliğimizi hissettiren o duygusallık, o bağırtılı ağlamamla sanki beni bir an olsun hafifletti. Ağladım, ağladım. 

bütün iletişim kanallarımız  nefret dolu yalan yanlış iletilerle dolu. (doğrular da olabilir ama böyle zamanlarda  yalan daha çok )  ama nefret hepsinde var. Arada ölüm var arkadaşlar!  birileri can çekişiyor toprak altında. Biraz sessiz olalım. Acıyı duyalım paylaşalım birlikte ağlayalım. Sonra nasıl olsa hesaplar kitaplar açılacak. Gerçi ne yazıktır ki bu korkunç olayın üzerinden kısa bir süre sonra, çok çok eminim, yine her şey unutulacak yine herkes rant peşine, para peşine tüm aç gözlülüğü ile koşturacak. Bunu biliyorum. Çünkü cehalet, ahlaksızlık, kötülük kol kola vermiş geziniyor bu ülkenin topraklarında.

Bütün bunları bilerek şimdilik biraz sessizlik diyorum. En azından felaketi daha derinden hissedelim ki unutmayalım. Lütfen biraz sessiz olun. Çok çok üzücü günlerden geçiyoruz. Ölüyoruz daha ötesi var mı ya? Bir aile olsak ne yaparsınız? ölünüzün başında kavga mı edersiniz?

Bir arkadaşım yazmış iletisinde: “İktidar, yurttaşlarımız, yakınlarımız, arkadaşlarımız ve ruhlarımız göçük altında… geçmiş olsun demek adetten…” diye…

Geçmiş olsun. 

                                                                                                                   Feride Cihan Göktan

                                                                                                                                 9 şubat