Bir Film Hakkında (spoiler vermeden) / Amarcord
Bazı filmler insana dokunur.
Herkese farklı dokunur. Bazen bir coşku,
bazen derin bir hüzün bazen de tarifsiz bir şeyler hissedersiniz. Ve bunları yani
hissettiklerinizi hemen bir yerlere not düşmek gerek bence. Çünkü film
bittikten sonra (aynı şey kitap için de dinlediğiniz bir müzik için de
geçerlidir) araya hayat girer ve artık dışarıya, dış dünyaya aitsinizdir. Oysa
film seyrederken veya kitap okurken veya müzik dinlerken siz oldukça
içeridesinizdir. Kendi içinizde. İşte kendi içinizde iken o an veya o anlar
tüysü bir şeydir. Bittikten sonra hayata
döndükten sonra o karmaşada biraz önce hissettikleriniz uçar gider. An
geçmiştir. Artık “anda” değilsiniz.
Amarcord’u seyrederken ve film
bittiğinde hissettiklerimi hemen not ettim ki unutmayayım. Düşündükleriniz,
gördükleriniz aklınızda kısmen kalıyor da hissettiklerinizin detayı
kayboluyor. Dediğim gibi tüysü bir
şey. Uçuşup gidiyor.
Amarcord. Şu meşhur film. Fellini’nin
baş yapıtı. Başladım seyretmeye. Tabii ki büyük bir beklentim var. Kült bir
film olduğunu biliyorum. Fellini sonuçta. İlk yirmi dakika geçti. Huzursuzlanmaya
başladım. İçimden, nedir bu ya? ne anlatıyor, hiçbir devamlılık yok, bir konu
yok, diye geçiriyorum. Böyle söylenirken bir yandan da acaba ben mi anlamıyorum
diye kendimi de suçluyorum… Tabii ki seyretmeye devam edeceğim. Hiç bırakır
mıyım? Neredeyse yarım saat geçti belki de daha fazla. Bir baktım ben filmin
içindeyim. Filmdeki ailenin annesi Miranda hastalandı ve öldü. Sanki bu kadın yan
komşum sevdiğim biri gibi çok üzüldüm. Tuhaf bir yakınlık hissi. Neredeyse ağlayacağım. Allah Allah ne oluyor bana?
Bu bir film ya dedim kendi kendime. Üstelik baş rol oyuncusu filan da değil. Zaten filmde başrol oyuncusu yok. Herkes kendi
hayatının başrol oyuncusu gibi. Ve film ortalarına doğru yaklaşırken hayatın
kendisinin içinde olduğunuzu anlıyorsunuz. O müthiş kaos. Bildiğimiz ve yaşadığımız hayat. Sevinçleri,
umutları, ergenlik krizleri, ilişkilerin çeşitliliği, aile ilişkileri ve tabii
ki aldanışlar, hüzün ve ölüm …. Bütün bunlar hayallerle, rüyalarla birlikte
anlatılmış. Masal gibi. Yani Fellini hayatı, o katı gerçekliğe fantastik ögeler
de katarak anlatmış. Düşlerden arındırılmış, hayallerin tükendiği bir hayat
zaten olmaz. Olamaz.
En güzeli de ne biliyor musunuz?
Film bitince içinizde bir sevinç, bir umut. Böyle bir “an” yaşatması sanat eserinin vazgeçilemez
olması demek bence.
Film bitti ve hayatı kucaklamak için sevinçle dışarıya attım
kendimi.
Deniz kenarında martılar uçuyor, insanlar koşuşturuyordu ve
hayat tüm anlaşılmazlığı ile akıp gidiyordu.
Feride Cihan Göktan
Ağustos 2023
Amarcord. 1973. Dramatik komedi. Yönetmen
Federico Fellini
Çok güzel anlatmışsın hemen izleme isteği uyandırdı. Emegine saglik
YanıtlaSilteşekkürler
SilAy ne kadar içten ve samimi bir anlatım olmuş,sanki karşılıklı
YanıtlaSilsohbet gibi..İzleyeceğim..
Teşekkürler.🙏🙏💐
teşekkürler..
SilÇok sevdiğim tekrar tekrar izlediğim filmlerden.kucuk
YanıtlaSilrahibe sahnesini merakla beklerim.kendi çocukluğumda ki mahalle simalarimi hatırlarım .cok güzel anlatmışsın feridecim. Öbür yorumlarını da bekliyorum.asuman Özütemiz
teşekkürler sevgili Asuman. evet aynen dediğin gibi. ne kadar ilginç sahneler de vardı değil mi? 🌹
Sil