Feci'nin Blogu

25 Eylül 2024 Çarşamba

Büyük Ustalar Büyük İşler

 

         BÜYÜK USTALAR  BÜYÜK İŞLER 
                (bu sergiyi kaçırmayın derim)
Dün bir sergiye gittim. Büyük Ustalar Büyük İşler. Bu isim abartılı gelmesin. Gerçekten de içeride büyük işler var. Afişte Salvador Dali ve Pablo Picasso ismini görünce teslim oluyorsunuz zaten. Ancak sergide heme n tüm resimler ve ressamlar bu iki isim kadar müthiş. Gerçi Picasso ve Dali’nin orijinal resimleri yerine eskizleri var. Olsun. Tabii ki kendileri alıştırma yapmış ve bir kenara atmış olabilirler ama sanatseverler için onların fırça veya kalemlerinin değdiği her çizgi önemli.  Bu  Picasso ve Dali  eskizlerin haricinde TARKEM ve ECN Art Gallery’nin ortak düzenlediği bu sergi için düzenlenmiş  duvarları sakin bir tarzda  düzenli  olarak sıralanmış oldukça büyük  boyutlarda orijinal tablolar kaplıyor. . Devrim Erbil, Nuri İyem, Fikret Otyam, Mehmet Güleryüz, Komet gibi çok bildiklerimiz ve ayrıca resim sanatıyla ilgilenenlerin yakından tanıdığı ünlü ressamların eserleri. Bazılarının üzerine galerinin açık çatısından düşen gün ışığının oyunları  bu atmosferi daha bir sanatsal kılıyor.💖

Resim sanatının çeşitli akımları bu sergide birlikte sunulmuş. Sürrealist, modern, post modern, hiperral ist, ekspresyonist vs.

Her tablonun önünde keyifli bir zaman harcamanız mümkün. Bazılarından çok etkilenebilirsiniz tabii ki. Bu kişiden kişiye hatta kişilerin o anki algısına göre bile değişebilecek bir şey. Zaten sanatın güzelliği o değil mi? Algılarımızın ve yorumlarımızın çeşitliliği.

Mesela  benim önce fotoğraf sandığım devasa  boyutlarda bir kaplan. Sanki üstünüze üstünüze geliyor. Arkadaşım tabii ki bu bir hiperrealist  bir resim dedi. Gerçekten inanılmaz. Foto gerçekliğinden daha gerçek.. İnsanın sanat  gücünün teknolojiyi alt edebileceğinin kanıtı.

 Etkilendiğim diğer bir resim.  Yalçın   Gökçebağ’ın  127X 97cm. boyutundaki tablosu. Resimdeki hangi dağ bilmiyorum ama ben Ağrı Dağı’nda geçen bir kurgu roman yazdığım için artık her dağı Ağrı’ya benzetiyorum. Muhteşem işlenmiş ayrıntılarına hayran bırakan bir dağ ve kış manzarası.

  

Tabii ki Fikret Otyam’ın imzası gibi olan kocaman siyah sürmeli ve kara gözlü kızlara ait iki tablosu yan yana duruyor. Gözlerin karanlık derinliğine fazla dalmamak için fazla bakamıyorsunuz. Sanki bir kuyu gibi.

Dediğim gibi sergideki tüm eserler, serginin ismini çok haklı kılıyor. Büyük ustaların büyük eserleri.

Sadece bu eserler değil serginin yeri de çok etkileyici.. İzmir’in geçmiş yüzyılından kalma ve halen hayatın tüm kalabalığı ve hareketliliği ile aktığı, esnafın tüm çığırtkanlığı ile tam bir yaşam mücadelesinin olduğu  Kemeraltı Havra sokağının bitiminde o büyük ahşap kapıdan sessiz bir sanat ortamına şaşırarak girmek. Oldukça paradoksal bir durum. Ama işte bu paradokslar,  hayatımızı  rutinden çıkarıyor. Böylece Kemeraltı  ziyareti ile bir Havra sokağına giriş ve arkasından muhteşem bir sergi ile günlük kaygılarımızdan uzaklaşıyoruz. Yaşasın sanat.🙂

Ben tekrar gidip bu güzel sergide biraz daha vakit geçirmek istiyorum. 10 Ekim’e kadar açıkmış. Kaçırmayın derim.

                                                                                                      Feride Cihan Göktan 2024 Eylül 

Tür. Sergi.  

Tarih/Saat. 10 Eylül 2024 10:00 <-> 10 Ekim 2024 18:00.

· Etkinlik Merkezi. Tarihi Akın Pasajı

· Adres. Kemeraltı Çarşısı, 927 sokak No:27-1 A Konak İzmir.

· Organizasyon. Tarkem.

· Web Sitesi. www.tarkem.com.

· Organizasyon Telefon. +90 2324820528.
























































11 Eylül 2024 Çarşamba

Failler Güçlü Olunca…

 

Failler Güçlü Olunca…   

Bu küçük kız Narin için söylenecek bir şey bulamıyorum. Bir kurgu olmadığını kendime hatırlatarak soluksuz olan biteni takip etmeye çalışıyorum çoğu vatandaş gibi. Sadece midem bulanıyor ve eminim herkes aynı durumda. Ah! Demekten başka bir şey söyleyemiyorum. Ah! O en içeriden gelen ah titreşimlerinin beynimin kıvrımlarının en ücra köşelerine kadar gittiğini ve vücudumun enerjisini de tamamen boşalttığını hissediyorum.😥 Küçücük bir kız 20 hanelik küçücük bir köyde kocaman dehşetengiz bir cinayete kurban gidiyor. Derin bir sessizlik var. Herkes susuyor sadece ortada bir çocuk cesedi var. Bütün köylü orada. Hepsi susuyor. Sorgulamalar çapraz şekilde devam diyor. . Neden konuşmuyorlar?  Cevap Toplumsal vicdansızlık, organize kötülük, konuşmayan şeytandır, feodal düzen vs. vs. tabii ki bu kadar değil.

Haberlerden anladığım kadarı ile bu sözü geçen aile o çevrede oldukça varlıklı ve güçlüymüş. Herkes sustuğuna göre belli ki bu işin çekirdeğinde bu aileden güçlü birileri var. Hiyerarşinin olduğu her kapalı toplumda  “bildiklerini” söylemek bizim gibi coğrafyalarda yürek ister. Paranın her kapıyı açtığı, güçlünün hep haklı olduğu düzenlerde öyle kolay değildir güçlünün aleyhinde konuşmak, bildiklerini söylemek. Onun için gizli tanıklık filan var. ( işin içinde para ve güç olunca gizli tanık olmak da çok kolay değil.

Bu yaşanan olay çok kötü. Bir insanın bilerek isteyerek yok edilmesi. Bedeniyle ruhuyla her şeyiyle küçük kız yok artık. Türkiye’de bunun gibi faili meçhul çok cinayet var. Konuyu nereye getirmek istiyorum: Hiyerarşik ve kapalı toplumlara. Mesela bir aile. Mesela  ast üst ilişkisinin olduğu bir eğitim birimi (ilk okulda bir sınıf bile olabilir veya bir fakülte ) Buralarda evet tamam tabii ki öyle cinayetler olmuyor ama buralarda da herkesin son derece sessizlikle karşıladığı ne haksızlıklar, ne  yanlış uygulamalar ne duygusal baskılar hatta sebebi anlaşılamayan  intiharlar. Bu kapalı toplumlarda yani korkan ve korkutan elemanların olduğu,sorgusuz sualsiz katı bir hiyerarşik düzenin sürdüğü kurumlarda herkes sessizdir. Erken öten horozu keserler. Egemen  düzenini kurmuştur. İstemediğini dışlar. İşte o büyük çoğunluk ki  bu olayda  sessiz kalan tanıklara tekabül ediyor ve  bilmezlikten gelerek kendini koruyor. Bu çoğunlukla böyledir.

Düzen bu. Günlerdir televizyon ve basından takip ettiğim kadarı, kurumsal veya akademi çevresinden gelen gazeteciler veya üniversite hocaları, bu olayda köylülerin ser verip sır vermemesini hiç konuşmamalarını çok yadırgıyorlar. Hatta lanetleyenler var. Valla ben de açık oturumlarda veya köşe yazılarında bu sessiz köylüleri yadırgayanları yadırgıyorum. Acaba diyorum bu arkadaşlar, bu üniversite hocaları çalıştıkları kurumlarda ve akademilerde kalkıp hep doğruyu mu söylediler? Haksızlığa hep karşı mı çıktılar? Egemen olandan değil de zayıftan yana mı oldular? Hiç zannetmiyorum. Ne yazık ki dünyanın düzeni böyle. Hep güçlüden yana.

Korkunç cinayete dönersek insanların bu kadar sessiz kalması ne yazık ki yukarıda anlattığım gibi atasözlerinde bile hep vurgulanan sessiz kalma üzerine kültürel bir kodumuz da var. Güçlüden korkuyoruz. Tabii ki doğrusu bu değil. Kol kırılırsa yen içinde kalmamalı. Konuşmalı ve güçlüye itiraz edebilecek güvencede olmalı herkes. İşte bu çok önemli. Konuşmaktan doğruları söylemekten korkmamak.

Tabii ki bu arada söylemem gerekir ki hep doğrudan hep iyiden yana olan ve en önemlisi her ne pahasına olursa olsun kendi geleceği ve hatta hayatı pahasına her şeyi göze alarak konuşan insanlar da var. Çok az bile olsa. Bu dünya birazcık güzellik içeriyorsa öyle insanlar sayesinde.

Umarım bu vahim olayda vicdanlı insanlar gerçeği ortaya çıkartır her ne pahasına olursa olsun.

                                                                                                  Feride Cihan Göktan

 https://noktahaberyorum.com/nhy-1913.html?fbclid=IwY2xjawFOqrRleHRuA2FlbQIxMQABHSHwEXWUQJvjt1gPdo3sq-W-2eOdBm1vOpmP1CJVKJiHOhytI_uhTgSILA_aem_I1XXkKuLlpfNDEXrd3-cJg#google_vignette

 

 

1 Eylül 2024 Pazar

Bir film : Son kelime Last Word (2017)


 

Bir film : Son kelime  Last Word  (2017)

Yönetmen :Mark Pellington Oyuncular: Shirley MacLaine Amanda SeyfriedAnnJewel Lee Dixon

Trt2 de seyrettim. Güzel film. Hem de çok güzel. Tek seyredimlik. Hani iki üç belki de dört defa seyredilecek her seyrettiğinde başka şeyler anlayacağın bir film değil. Tek seyredimlik. . Ama çok güzel. Öyle anlamakta zorlanacağın derin derin katmanlar, metaforik anlamlar, mitolojik  göndermeler filan yok. Düz, sade ve hayatın içinden. İnsanı hem güldüren hem ağlatan cinsinden. Zaten türüne dram-komedi yazmışlar. Başrol oyuncusu 
Shirley MacLean. 1934 doğumlu. Google’a baktım. Şükür ki  doğum tarihi var sadece. Film 2017’de gösterime girmiş. Yani  Maclean bu filmde 83 yaşında. Ama bir görmelisiniz. Zaten çok yetenekli ve güzel bir artist de ya 80 yaşından sonra bu kadar mı yakışır insan beyaz perdeye.. Di ğer oyuncular da tabii iyi. Kurgu, senaryo çok iyi. Dediğim gibi hiç yorucu değil ve hayatın tam içinden. Su gibi akıyor.🚿

Konusu çok  ilginç ve sürükleyici olmasına rağmen anlatmayayım da spoiler olmasın. Ama vermek istediği mesajlar çok çeşitli. Bir tanesi özgüven üzerine. Mesela şöyle bir söz vardı yaşlı bilge kadının genç arkadaşına söylediği: özgüvensiz bir tutku olmaz. Tutkulu olmak için özgüvenli olman lazım. Aşkta da işte de böyledir.(mealen )  Daha bunun gibi grift olmayan oldukça anlaşılır ancak hayata dair insana dair dokunaklı ifadeler var.

Filmin sonuna doğru ağladım. Bu acımasız dünyada gittikçe katılaşan duyarsızlaşan duygularımızla  ağlayabilmek😥… Bu filmin başarısıdır bence.✔

KISACA: Rahat izlenen insanı güldüren ağlatan bir kere seyretmenizin yeterli olacağı çok güzel bir film. Benden söylemesi😀

#trt2 

                                                                                                                               Feride Cihan Göktan 

24 Temmuz 2024 Çarşamba

YAZMASAM ÇATLAYACAĞIM 2

             YAZMASAM  ÇATLAYACAĞIM 2 



Ya gerçekten bu ülkede haber dinlememek gerek. TV seyretmiyorum haberlere bakmıyorum diyen arkadaşlarımı boş vermiş ve sorumsuzlukla suçladığım  için özür diliyorum 🙏ve bu düşüncemi  tamamıyla geri alıyorum. Gerçekten. Çünkü duyduklarıma inanamıyorum. Eğer buraya yazmasam akıl sağlığım bozulacak. Ya şimdi haberlerde duyduğum şeye yine inanamadım. Dehşete düştüm.🤔

Ya geçenlerde bu ülkede imar affı nasıl çıkar nasıl böyle kafaya göre oturtulmuş evlere nasıl ruhsat verilir diye yazmıştım. (İmar affı, imar barışı adı ile ilk defa Turgut Özal   hükûmeti  zamanında (1984) de  çıkmış ve  aralıklarla  20 den fazla uygulanmıştı ) Meğer daha da beteri varmış: 👺2018’de hükûmet imar affına ek bir yasa çıkararak yapı kayıt belgesi ve ruhsatı almak isteyenlere  yani kaçak yapının sahiplerine  kendilerini denetleme imkanı vermiş.. Anlatabiliyor muyum? 🙄 Yani mesela ben kaçak kat yükselttim veya kirişleri ve betonları kafama göre ayarlayıp kırıp dökerek hiçbir bilimselliği ve teknik bilgisi olmadan bir ev yaptım. Yapı bina ruhsatını alırken ben diyorum ki benim kaçak yaptığım bu ev sağlamdır. Bana ruhsatımı verin. Tekrar anlatabiliyor muyum diye sorayım.  Hiçbir teknik bilgisi ve mesleki sorumluluğu olmayan Ahmet efendi kendi kaçak evinin sağlamlığını beyan ediyor ve ona yapı ruhsat veriyorlar. Bu deprem kuşağı ülkesinde…😳 

 Kanun maddesi şöyle: Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır. Geçici Madde 16- (Ek: 11/5/2018-7143/16 md.).  Bu nedenle bugüne kadar yıkılan evlerden ve ölen canlardan kamu sorumlu değilmiş.

Bu garabeti 6 yıl sonra AYM bozduğu haberi üzerine bugün duydum. İnanılacak gibi değil. O zaman kamu neden var? bu kadar hayati ve bu kadar yıkıcı olan bir deprem kuşağında yaşayan bir ülke için kamu ve yetkili kamu görevlileri  neden var? Bu kadar hayati bir mesele bu kadar teknik bir mesele kaçak binanın sahibine bırakılır mı ya? Gerçekten inanılacak gibi değil.😲

Neyse bugün alınan AYM  kararı ile artık kamu görevlileri de sorumlu olacak ve yıkımlar hakkında tazminat davası açılabilecekmiş.

Ölen öldü, yıkılan yıkıldıktan sonra nasıl bir tazminat ödenecek dersiniz?😥

En azından belki bir daha imar affı gibi sonu ölüme ve yıkıma çıkan ucube yasalar çıkmaz.

Bugün alınan bu kararı da buraya ekliyorum: asabınız bozulmasın istiyorsanız okumayın valla. neyse ben anladığım kadar yazınca çıldırmaktan kurtuldujm gibi. 

https://artigercek.com/guncel/aymden-kritik-imar-barisi-karari-binalarin-depreme-dayanikliligindan-kamu-da-312023h#:~:text=AYM%20%C4%B0LG%C4%B0L%C4%B0%20D%C3%9CZENLEMEY%C4%B0%20OYB%C4%B0RL%C4%B0%C4%9E%C4%B0%20%C4%B0LE,Anayasa'ya%20ayk%C4%B1r%C4%B1%20oldu%C4%9Funu%20vurgulad%C4%B1.



4 Temmuz 2024 Perşembe

Yazmasam Çatlayacağım 1

 


Yazmasam Çatlayacağım  1

Bu nasıl bir kamplaşmadır arkadaş?   Aynı ülkenin insanları aynı gemide birbirlerinin gözünü oyacaklar. Tartışma değil kavga👺. Horoz kavgası. Ya tartışma, karşıdakini dinleyerek derdini anlatma ve ortak bir noktada buluşmaya çalışma bazen de karşı tarafın hakkını teslim etmektir. Ama bakıyorum etrafıma herkes her şeyi biliyor maşallah. Bırakın muhalefet iktidar kavgasını muhalefet de “mavi kareli ceket” 😂  nedeniyle kamplaştı. Sosyal medya, vatsup grupları hepsi bir ağızdan çöktük, çöküyoruz diye bağırıp çağırıyorlar. Bir fikir üretme, akılcı bir düşünce eleştirisi yok. Sadece karşı tarafa ver yansın.  Ortada uçuşan “alıntı” imzalı yazılarla iletişim sağlayan öfkeli insanlar olduk. Bu “alıntı” yazılar  kimindir, doğru mudur yanlış mıdır, sadece provakatif amaçla mı yazılmıştır, neden altında isim yoktur? Bunlara bakmaksızın hatta yazının tamamını bile okumadan birbirimize yollayıp duruyoruz  yangını daha da büyütüp seyretmek için.                                                                                           

            Yok artık söylemezsem çatlayacağım. 🤔 Bilmediğimiz konular üzerine ahkam keserek alevleri büyütmek yerine birbirimizle dalaşmayı bırakıp hepimizin bildiği bir konuya dönelim. Şu TV'de  her gün tartışılan EYT meselesi. EYT bütçeye derin bir darbe vurduğunu artık herkes biliyor. Zaten bunun için derin bir ekonomi bilgisine filan ihtiyaç yok. Sağımızda solumuzda koç gibi kuvvetli 45- 50 yaşında insanlar kendileri bile şaşırarak hop emekli oldular ve bu sefer de emekli maaşlarını da alarak başka bir işte başladılar. Hiç bir batı ülkesinde olmayan bir şey. Üstelik ne zaman  kabul edildi? Allah’ım sen aklıma kuvvet ver: Valla bildiğim halde yine güvenemeyip tarihlere baktım.: Ülkenin üçte birini yerle bir eden deprem hangi tarih, EYT’nin kabulü hangi tarih diye.

Deprem hepimizin bildiği gibi 6 Şubat 2023.  EYTt’nin meclisten çıkışı  Mart 2023. İnsan içinden “oha” diyor. 😮 Ülke ekonomisi doğal bir felaketle karşılaşmış (deprem doğal felaket ancak yıkımın asrın felaketi olmasının nedeni yine insan yapımı ahlaksızlık😥) neyse konu bu değil.  Konu EYT’nin çıkış tarihi. Zaten deprem nedeni ile büyük bir darbe yemiş ekonomi hem de ne darbe! Bu durumda üstüne bir de EYT ‘yi nasıl çıkartırsın? Bir ay sonra nasıl meclisten geçer ve onaylanır?  Söyleyeyim😁: Bu söylediğim için de uzman olmak filan gerekmiyor. (yani bunu söylemekle haddimi aşmıyorum) Herkesin gördüğü ve bildiği bir şey. Tamamıyla popülizm. Hem iktidar hem muhalefetin popülist çözümleri. Oy avcılığı.👺 O zaman hatırlıyorum da birkaç kişi dışında bütün o çok bilmiş gazeteciler ve tabii ki siyasiler bu savurganlığı hararetle desteklediler.

Şimdi bunun hesabını kim verecek? Bu saçma sapan işin pandemi sonrası ve dahası  üstüne üstlük kocaman bir felaket sonrasının çıkmasının hesabını  kim verecek ? Bugün TV de aklı başında bildiğim bir muhalif gazeteci🤔 şöyle diyordu:  E,  muhalefet muhalefetliğini yapar o nedenle EYT’yi sonuna kadar destekledi.  Çünkü muhalefetti. Yani olmayacak bir şey olduğunu bile bile muhalefet olduğu için bu yasayı desteklemiş. Sadece muhalefet görevini yapmış. Şeytan diyor ki kalk yerinden televizyon ekranını içine gir o gazeteci kadının saçlarına yapış. Nasıl bir şey söylüyorsun sen diye... Sadece muhalefet olsun diye.😡

İktidar yani devletin yürütücüsü neden kabul etmiş? O da muhalefetin kartını görüp gaza gelmiş ve bak nasıl yaparım ve oyları da alırım demiş. Şaka gibi. Kısaca birbirlerini gaza getirmişler. Şimdi biz yanıyoruz.

Bunun adını da kibarca bulmuşlar: Popülizm. Siyasette popülizm olur diyor o okumuş yazmış gazeteci arkadaş. Valla kulaklarıma inanamadım.

Tencere kara seninki benden kara. Durum bu.

Bizler bu ülkenin vatandaşları olarak kavga etmeye, bilmediğimiz konularda ahkam kesmeye, çok bildiğimiz konulara bile sadece ve sadece “taraftar” gözü ile bakmaya devam ettikçe adına popülizm dedikleri bu çamur içindeki bahçeyi sulamaya devam edeceğiz.

Bakın şimdi bir erken seçim muhabbeti var… Özgür Özel 2.5 yıl sonrası için evet demiş. Burada da mutlaka bir bit yeniği var. Üstelik enflasyonun böyle azgınlaşmasına mesela EYT’nin bu deprem sonrasında apar topar çıkmasında  kendi payı davar. Bunun hesabını kim verecek? Kim öz eleştirisini yapacak?

Valla Türkiye’de çıkar kavgasının adı olmuş Siyaset. Tencere dibin kara seninki benden kara. Zaten dönüp de iktidara veya muhalefete kendi taraftarları hesap da sormuyor. Onlar birbirlerine çemkiriyorlar ateşin nasıl büyüdüğünün farkında değiller.  Erken seçim olunca ne olacak acaba? CHP elindeki sihirli değnekle enflasyona dur mu diyecek? Siyasette popülizm normaldir diyen gazetecinin dediği gibi yeni baştan popülizm sarmalına girerek mi kurtulacağız?

Haksızsam haksızsın deyin ama güzelce anlaşılır ve dürüst bir şekilde anlatın neden haksız olduğumu. 

Tartışalım konuşalım ama küfürleşmeden, hakaret etmeden kamplaşmadan birbirimizin ne dediğini duyarak. Aynı gemideyiz çünkü.

                                                                                                    Feride Cihan Göktan

 

  

 

8 Haziran 2024 Cumartesi

Brüksel Brüksel

 

Brüksel Brüksel 

Brüksel yolculuğu. Uçakla ✈3.5-4 saat mesafede. Ancak bu üç buçuk saatlik uçak mesafesi ayrı bir dünya demek. Aynı dünyada farklı dünyalar.  Zaten evden çıkarken ayağımdaki kışlık siyah botlar ve üstümdeki incecik bir tişört birlikteliğinin absürt görüntüsü😳ü bu farkın ne kadar farklı olduğunun bir göstergesi idi. Daha kapıdan çıkarken altı kaval üstüm şişhane vaziyetindeki ben ve beni karşılayan kış kıyafetleri ile kızım. Gülüşüyoruz.😅

Brüksel, evet hava soğuk. Güneş de bizim buralarda çöreklenmiş oralara nedense hiç gitmiyor🌞
Ah! dedim keşke güneşin bir tek pırıltısını kızıma götürebilseydim sevincinden uçardı herhalde…

Neyse güneş yok, hava kapalı ama insanlar pek bi eğleniyor sokaklarda. Festivaller, konserler, sergiler… ha bir de gündüzleri hemen sokak başlarında grup halinde slogan atanlara rastlıyorsunuz sıklıkla. Kısaca gündüzleri slogan sesleri pankartlar protesto yürüyüşleri, geceleri bağırış çağırış alkışlarla eğlence. Kafeler restoranlar dolu. Yaşlısı genci serin ve kapalı havaya yağmura aldırmadan hep hareket halinde. Şehir hep yürüyor koşuyor gibi. Bu arada sokaklarda serbest dolaşan hayvan yok. Ama herkesin elinde bir köpek.🐕‍🦺  


Allah’ım inanılmaz bir festivale götürdü  beni. Geleneksel olarak her iki yılda bir yapılan bir
geçit Töreni, Brüksel'deki birçok farklı kültürü, topluluğu ve bölgeyi birbirine bağlamak amacıyla kurulmuş Zinneke Derneği’nin aynı isimle anılan festivali.Tabii ki çok yaratıcı. Her seferinde bir konu belirleniyor ve o konuda iki yıl boyunca her mahalle halkı birlikte amatörce yaratıcı bir gösteri hazırlıyormuş. Yaratıcı ve katılımcı karnaval tarzı bir geçit töreni. Ayrıca bir ilginçliği de bu neredeyse insanı dışlayacak hale gelen karmaşık teknolojik gidişata başkaldırı olarak hazırlanan bu koreografik gösterilerde sadece insan emeği ve insan sesi olacak. Yani yüzde yüz insan emeği.   Bu seneki konu Plaizir. Fransızca ’da Zevk demekmiş. Her şeye rağmen zevk almak üzerine gibi bir tema. Aman Allah’ım. Uzun bacaklı adamlar, cüceler, yaşlı cadılar, tuhaf müzik aletlerini çalan karnavalesk tipler, akrobatlar…  Zevk ve zevk alma üzerine temalandırılmış sürrenal bir geçit töreni. İnanılmaz. İnsanlar neşe içinde. Çocuklar ellerini çırpıyor. İnanır mısınız sanki köpekler bile gülüyordu.😀  Bir heyecan, bir renk cümbüşü, bir neşe… Saatlerce … Sanki burası dünyanın bu hüzünlü haline inat renkli bir masal ülkesi olmuş. En azından bu festival boyunca.


Bir diğer gece oranın en büyük en eski tarihi opera binasına gittik. 1500 kişilik ve tıklım tıklım dolu. Biletler de öyle ucuz filan değil (tabii ki bizim para pul olduğu için) bu program da iki yılda bir yapılan en başarılı genç müzisyenlerin amatör hayattan profesyonelliğe geçerlerken attıkları bir adımın yarışmasıymış. Adı (
queen elisabeth competition Violin 2024| Brussels) .Bizim gittiğimiz gece iki tane genç sanatçının keman resitalini dinledik. Alkışlar alkışlar. Büyülü tarihi bir mekân. Belçika kraliçesinin locası. Kraliçe ve kralın salona girişi. Ayakta alkışlar. Kraliçe ve kralın sanatçıları ayakta alkışlaması. Kısaca görkemli bir sanat gecesi. 🤗

Bir gün sonra güzel kızım beni Bozar Sanat Merkezi’nde “Histoire de Ne Pas Rire" (Gülmemenin Tarihi) isimli  müthiş bir sergiye götürdü. Sürrealizm sergisi. Belçika gerçeküstücülük sanatının başlangıcından bugüne kadarki eserleri sergilenmiş. Belçikalı meşhur hepimizin bildiği Bu Bir Pipo Değildir ’in yaratıcısı René Magritte’in, ve diğer Belçikalı sürrealist ressamların tabloları. Belgesel videolar. Fotoğraflar. Sürrealizmin o tuhaf figürleri ve uçuşan renkleriyle coşkuyla karışan zihnim.😲 Tabii ki neredeyse kocaman bir gün ayrılabilecek sergiyi her zaman olduğu gibi zaman darlığı nedeniyle yaklaşık iki saatte hayranlıkla ve heyecanla gezdik.  https://youtu.be/wQph-oA0PIM

 Bu keyifli geçen yolculuğumun sonunda evime döndüğümde bir arkadaşıma yazdım. Evet güzel bir zaman dilimiydi. Keman resitali. Sokak festivali. Sergi. Şarap. Ve tabii ki soğuk ve yağmur da var.🙄 Türkiye’de sadece güneş var. Güneşine kurban olduğum ülkem.🌞🕶🌻

Evet ya. Bizim de güneşimiz ve mavi masmavi gökyüzümüz var.

Sevgili güneş biraz da oralara gitsen.😂 Bize de bu kadar abanmasan diyorum. Biraz gezip tozsan.😂 Oralarda dört gözle bekleniyorsun.                                                                                            

                                                                   Feride Cihan Göktan

                                                                     Haziran 2024

 

 

 

23 Mayıs 2024 Perşembe

SMA’lı Çocuklar ve Arkasındaki Trajedi

 

 

SMA’lı Çocuklar ve Arkasındaki Trajedi


ya hangi bir sorunumuzu  yazmalı.. Samimi olarak ve aklımın erdiği kadarı ile.. o kadar çok problem var ki.. zaten bazılarına artık aklımız da ermiyor. Geçen gün TV de çok sevdiğim akıllı bir  spiker SMA hastalığı ve yapılan milyonluk yardımlar için o kadar çok duygusallaştı ki neredeyse sevincinden ağlayacak.❤
Bu işin nasıl kökünden çözümleneceğine dair bir bilgisi olmadığına çok üzüldüm.
Oysa TV lerde; basında yapılan bağışları alkışlayacağımıza bu gerçekten ölümcül hastalık için kitleleri bilinçlendirmek gerek. TV lerin ve basının görevi bu olmalı. 
Oturdum ve bu yazıyı yazdım. Sağ olsun NoktaHaberYorum yayınladı. 
Aşağıdaki linki tıklayın lütfen..
Katkılarınızı da yorumlara yazınız. 

https://noktahaberyorum.com/nhy-feride-cihangoktan-2.html

13 Mayıs 2024 Pazartesi

Ben fesat mıyım? Söyleyin.


                   Ben  fesat mıyım?

Ya ben çok mu fesadım? Haksızlık mı ediyorum?  Bilmediğim bir şey mi var? Lütfen söyleyin. Valla kaç gündür çatlayacağım artık buraya yazmak zorundayım. Gerçekten fesatlık yapıyorsam veya yanlış biliyorsam beni uyarın da kendimle yüzleşeyim.🙄

Evet bugün Tasarruf Paketi açıklandı.  Güzel.  Hepsine eyvallah. “İtibardan tasarruf olmaz “diyen bir devlet aklına veya “devletin malı deniz yemeyen domuz” diyen bir vatandaş zihniyetine  tasarruf  edeceğiz demek devrimsel bir eylem.😂 Gerçi bu akıllı cümlenin dile getirilişi çok geç oldu gibi. insana sorarlar bugüne kadar aklınız neredeydi  diye? Önce bunu vurgulayayım. Yine de şükür.🙏

Şimdi  neden  ben fesat mıyım yoksa bilmediğim bir şey mi var diye sizlere sorduğumu yazayım. Evet son günlerde hatta neredeyse 7 / 8 aydır enflasyon gemi azıya almış gidiyor.👺 Hepimiz  bu canavarın pençesine düştük. Bazılarımızı yedi bitirdi. TV'de , gazetelerde herkes soruyor neden böyle olduk? Cevap hazır: Pandemi  ve deprem. Herkes hemfikir.  Tamam  pandemi 😥 bütün dünya ekonomisini  etkiledi. Ama en çok bizi. Bu bir gerçek. Burada  da bir problem yok. Çünkü gerçekten bizim ülkemiz pandemiden paçayı sıyırırken  bir de asrın felaketi  (tabii ki bu doğal felakette bir o kadar da  ahlaksal felaket vardı )  ile karşılaştı. Depremin boyutlarını etkileyen ahlaksal felaketi ve rant ekonomisini şimdilik geçelim). Okey. Bu da tamam . İyi de şimdi herkes politikacısından tut gazetecisine kadar muhalefet dahil hatta iktidar tarafından bile EYT’nin maliyetinden bahsediyorlar. İnanamıyorum.  Evet EYT’nin bu bütçeye maliyeti çok yüksek.(internet bilgilerine göre inanılmayacak kadar yüksek ) peki bu EYT ne zaman kanunlaştı?  2023  mart ayında. Yani o korkunç deprem felaketinden  sonra…Önce değil. sonra  Mecliste büyük çoğunlukla kabul edildi. Deprem inanılmaz yıkıcı olmuş. Dünyadan çeşitli yardımlar gelmiş. Büyük bir yıkım.  Pandemiden  çıkmışız zaten ülkenin gideri gelirinden fazla. Üstüne büyük bir felaket ve meclis bütçeye çok  büyük bir yük olacak EYT’yi çıkarıyor. Bu nasıl bir şey? Seçime gidecekler diye o milletvekili koltukları için  zaten  delinmiş hırpalanmış bütçe torbasına bir el daha ateş ediyorlar.

Gerçekten kimse kalkıp da şimdi EYT’nin maliyetinden bahsediyorsunuz bunu neden daha önce düşünmediniz ey buna destek verenler diye sormuyor? ❓ Deprem 2023 şubat 6 ‘da  EYT 2023 mart sonu..  şimdi bu  EYT’ye kimler evet dediyse  tek tek  hesap vermeli? Geri zekalı mı, Düşman mı? Yoksa  menfaat peşinde mi?  En olası olan tabii ki menfaattarı… o küçük hesapları. Milletvekili olacak ya.. Millet aç kalabilir o milletin vekili olsun hele..

tekrar ediyorum : hiç kimse bu EYT'yi  kimler onayladı? Meclisten nasıl geçti, diye sormuyor. Ben sıradan vatandaş olarak soruyorum şimdi? Kimler bu kanunu meclısten geçirdi? iktidarı ve muhalefetiyle... tek tek hesap vermeliler. 

Ya söyleyin şimdi ben fesat mıyım yoksa bilmediğim bir şey mi var? 

                                                                                                              feride cihan göktan 

                                                                                                             2024 / mayıs 

10 Mayıs 2024 Cuma

Neval Es Saddafi /Sıfır Noktasındaki Kadın (kitap tartışması)

 

Neval Es Saddafi  ve Sıfır Noktasındaki Kadın 

Kitap tartışması

Ve bu konunun yani kadının nasıl aşağılandığının Afrika gibi bir coğrafyada geçmesi bence de kurgunun gerçek ağırlıklı olmasını ve daha da ileri gidersem “gerçeğin kendisi” olmasını gerektirir.  O coğrafyalarda hepimiz biliyoruz ki kadın -erkek ilişkileri en çok kadın açısından sert ve acıtıcı. Yoksulluk cehalet ve din baskısı birlikte olunca çok fena ..😱  (En ileri toplumlarda bile görece daha iyi ama hala kadın açısından hep dezavantajlı) bunu hepimiz kabul ediyoruz değil mi? Kısaca Ataerkil bir dünyada yaşıyoruz.😥

Çok samimi bir sohbet olmuş. Önce söylemeliyim ki bu samimiyet bir fikrin veya bir kitabın tartışmasında çok önemli.🙏

Erkek arkadaşlarımızın kadın arkadaşlarımızdan yazarın sadece cinselliği ön plana çıkardığı konusunda farklı düşünmeleri bana çok doğal geldi. Evet zaten böyle olmalı... kadın cinsiyetinin insana ne kadar bela olduğunu biz kadınlar bebeklikten beri biliriz. Dediğim gibi özellikle yoksulluk cahillik ve din baskısı birlikteyse biliyorsunuz doğuda hastaya kaç çocuğun var derler sadece erkek çocukların sayısı söylenir. (Doğu hizmeti yapanlar bunu bilir) kız bebek doğunca baba eve gelmez.😥 Yas ilan edilir. Kız çocukları ve kadınların nasıl insan bile sayılmadıklarını biz hekimler çalışma ortamlarında doğrudan gördük. Ve bütün hayatların cinsellik üzerine / cinsel ayırımcılık üzerine konuşlandığını her gün gazetelerde, polikliniklerimizde, televizyonda görüyoruz.

Fatih toplantıda şöyle diyordu: Firdevs ezilmeye, İslamiyet’e, kapitalizme karşı çıkmıyor da sadece tek problem cinsellikmiş gibi….🙄

Peki ben şöyle desem: aslında Firdevs  cinselliği üzerine  kendi bildiği gibi hayatına meydan okurken ve hatta onun üzerinden para kazanmaya çalışması İslamiyet’e, kapitalizme, ezilmeye karşı çıkmak  değil mi? Mısır’da yaşayan annesi babası cahil yoksul ve çaresiz bir kadın nasıl karşı çıkabilir başka? Bu kadın bu şartlarda psikiyatrist olabilir mi?(Bunu da Alper’e söylüyorum.)🙃

Erkek arkadaşlarımız aslında bütün bunları eminim bizlerden daha iyi biliyorlar ama düşünsel olarak ve mantık olarak fikir yürütüyorlar işte bir kadın gibi hissetmedikleri için.  Oysa toplantıdaki kadın arkadaşlar   tam tersine ortak olarak Firdevs taraftarı olması rastlantı değil. sadece kadın gibi hissettikleri için. Bu dünya düzenini kadın veya erkek olarak  farklı duyumsamak çok normal.  Bizleri de erkek hissiyatından ayırt ediyor.

Düşünce olarak tabii ki onlar da bizim gibi düşünüyorlar ama bu sohbetteki çatışma kadınların bebeklikten itibaren hissettikleri o cinsiyet ayırımının acısı. En modern toplumlarda bile bu böyle.  Değil ki Mısır’da eski tarihlerde kadınların sünnet olduğu bir yerde.😥

Erkek arkadaşlarımız   düşünsel ve mantıksal olarak ve bu kadar kitap okumuş yazmış bir entelektüel olarak tabii kJ feministler.🙏  Ama işte bebeklikten itibaren hissetmek bunu içselleştirmek farklı bir şey. Duygusal bir fark aramızdaki. Erkek olmak ve kadın olmak farkı. O da çok normal zaten.

Kısaca ben de duygusal olarak Gönül ve Nilüfer’in tarafındayım.😀 Dolayısı ile Firdevs ve Neval es Saddafi tarafındayım. İyi ki bu dünyadan Neval Es Saddafi geçmiş. Kadınlar için mücadele etmiş. Yazdığı bu kitap edebiyat tadı bırakmasa da kadının mezalimi için çığlık atmış. Yeter. Yeter de artar bile.🙏 Kitaplar sadece edebiyat zevki almak için değildir.

Not. Tabii ki kadınlar, bu sohbete katılan okumuş yazmış ve vicdanlı erkek arkadaşlarımız ve benzerlerinin yardımıyla özgürleşecek. Ona şüphe yok.  

Aslında kadın her yönü ile özgürleştiğinde herkes özgürleşecek.🌹

                                                                                                                          Feride Cihan Göktan

7 Mayıs 2024 Salı

Eskişehir’de 2 Gün

             Eskişehir’de  2  Gün                

              Eskişehir.... Adı üzerinde çok eski bir şehir. MÖ 14.yüzyıl Hititler ile başlamış yolculuğuna. O kadar eski ve ama hep yenilenen. Pırıl pırıl tertemiz ve capcanlı renkleri ile hiç de yaşlanmamış gibi. Hiç kimse ona eski diyemez. Ancak eski.😲 Aynen Eskişehir yolculuğuna çıkan bizler gibi. Neredeyse antik dönemden kalma ama hep yenilenen ve yeni capcanlı arkadaşlıklarımız.  Şehir de ve yolcuları da eski ama hep genç.😍

Eskişehir demek yeşil renk demek sanki. Her yer yeşil. Yeşilin her tonu.🌳🌴 Yapraklarının hışırtısıyla aniden beliriveren yağmur damlaları yeşili daha da parlaklaştırıp hızlıca düşmeye başlayınca koşuşturan insanlara katıldık bizde. Yeşil zengini şehirlerde yağmur da genelde güzel yağar haliyle. Hem yeşil zengini hem korunmuş tarihi ile göz kamaştırıcı. Çok eskiden   ta Osmanlı’dan kalmış kocaman bir mahallesi ve evleri var mesela. Ve mükemmel korunmuş.🙏 Odunpazarı. Renk renk iki katlı küçük pencereli evler. Şimdiki gökdelenlerle karşılaştırıldığında ne kadar insancıl ve ruhumuza yakın. Bu eski muhteşemliğin içinde iki üç adım sonra sola doğru baktığınızda 

hayretler içinde kocaman modern bir mimariyle karşılaşma anı. Modern Müze. OMM olarak isimlendirilmiş. (Odunpazarı Modern Müze). Fotoğraf mı çeksem oturup uzun uzun baksam mı bilemedim. Tabii ki bu güzellikleri bellemek ve doyasıya hissetmek için zaman çok kısa. Sadece bu Odun Pazarı bölgesi ve müzesi için bir gün ayırmak gerek.

Porsuk Çayı ve çevresi ayrı bir alem. Orası da bir Avrupa’nın renkli şehirlerinden biri gibi. Venedik mi desem, Brugge(Bruj) mü desem? Ama biliyorum ki burası Türkiye. Harika bir görsellik. Gondollar, tekne, etrafta sıralanmış kafeler, yürüyüş parkurları ve çocuk neşesi…gerçekten çok güzel.

Eskişehir’de gördüğüm ve göremediğim    güzellikler daha çok tabii ki…Hele bir de mutfak var. Ben mutfağa pek meraklı olmadığımdan sadece çibörek yedim. Balaban köftesi varmış meşhur. Ve daha birçok. Tadanlar bilir. Çibörek de güzeldi valla. Üç taneyi zor yerim derken beş tane yemişim🙄.

Tabii ki bu kadar keyifli bir gezi için sadece şehrin güzelliği değil yolcuların da keyifli uyumu çok önemli. Hele eski arkadaşlıklar, o eski anılar da bu güzel şehre ve keyifli uyuma karışınca harika bir şey oluyor. Zaman denilen o hızlı tren sanki yavaşlıyor ve güzellikleri daha çok görüyor gibi oluyorsunuz💖

Eski arkadaşlarınızla Eskişehir’e gidiniz. Böylece zamanı yavaşlatın ve güzelleştirin derim.😀

                                                                                                                  Feride Cihan Göktan 

                                7 mayıs 2024 

                                                                                                 not. yandaki fotoğraf  için kız kardeşim  renkleri ile oynanmış bunun, gerçek olamaz dedi....  ama gerçek😘

not 2. fotoğraflar:  Münevver Akıllı,  Güray Çokak ve Zerrin Öğretmen

not 3  çiğ börek mi çi börek mi? Eskişehir’e göç eden Kırım Türklerinin geleneksel aşı olan ve Tatar dilinde ’nefis, güzel’ anlamındaki ’çi’ adıyla yapılan börektir. ğ "kesinlikle" yok.







29 Nisan 2024 Pazartesi

                                                                      

 Yorgun Danslar

Yazı ilk olarak 29 Nisan 2007 tarihinde Radikal 2'de Yayınlanmıştır. 

Kemik kıvamımızı ölçen cihazın isminin "dansitometre" olduğunu çoğu okurun bildiğini sanıyorum. Dansitometre cihazı sayesinde  kemik kıvamının normal olup olmadığını veya kemiklerimizde bir yumuşama olup olmadığını kolayca anlaşılabilir ve uzmanları tarafından rapor edilir. Çok yaygın olarak kullanılan bu tetkikin yani "dansitometre" kelimesinin içindeki kemik kıvamımız ile doğrudan ilişkili gizli harfleri bulunuz diye başlarsam bu yazı hem ilginç hem eğlenceli bir hale gelebilir diye düşünüyorum. Dansitometre kelimesindeki gizlenmiş harflerden oluşan o muhteşem kelime, yani kemiklerinizin kıvamı ve sağlamlığı ile doğrudan ilişkin olan, gerçekten gizlenmiş şüphesi uyandıran bu harfler "d, a, n, s" birlikte okursak dans kelimesidir. Gerçekten müziğin o büyülü atmosferinde vücudumuzun bir bütün                olarak dahil olduğu toplam 206 kemiğin o muhteşem koordinasyonu ile oluşan dans etme fiili için kemiklerimizin uygun kıvamda olması gerekir. Bir başka deyişle eğer coşkuyla ve sevinçle dans ediyorsanız, dansitometreniz normal demektir. Bilimsel literatüre göre Afrikalılarda kemik yumuşamasına (osteoporoz) hemen hiç rastlanmaması Afrikalıların geleneksel dans şölenlerini hayatlarının rutini içerisinde ritüelleştirmeleri olabilir mi acaba? Ne kadar çok dans, o kadar az osteoporoz. Dans şölenleri ve tamtamlarının ritmi ile durmaksızın dans eden Afkrikalılarda kemik yumuşamasına (osteoporoza) az rastlanır olmasının nedenlerinden biri budur diye düşünüyorum.
Kıvam önemli
Dans etmek sağlam ve kıvamlı kemiklerinizle hayatın içinde olmak demektir. Hayatın içinde tam ortasında olanlar yaşama içgüdüsünün o büyülü ritmini duyanlar hayatla mücadelesini verirken, adına hayat denilen o bazen çok engebeli pistte gereken tüm figürleri osteoporotik olmayan o sağlam kıvamdaki kemikleri ve kemikçikleri ile yaparlar. Ta ki müzik yaşlanan kulak kemikçiklerde hafifler, danslar bedenlerde yorulur, işte o zaman yavaş yavaş kenara çekilmeye başlarlar. Osteoporotik kemikler dans edemezler ve hayatın ortasında değil kıyısındadırlar artık. 
Osteoporoz yavaşlamaktır, durmaktır ve giderek geri çekilmektir. Belki de dans eden yeni kemikler için dans pistini boşaltmaktır.
Dans etmeyi seviniz ve dans ediniz çünkü dans etmek sağlam kemiklerinizin habercisidir. Ve sağlam kemikleriniz ile ruhunuzun coşkusunu duyabilir ve sürdürebilirsiniz.
Dans etmek genç olmak ve olabilmektir..

Fotoğraf: Emin Ergen 
2016 Rio de Janeiro Yaz Olimpiyat Oyunları, Brezilya 
artistik jimnastik kategorisi 

not: Fotoyu bugün ekledim. 
Artistik Jimnastik bence dans ve sporun en estetik kombinasyonlarından biri .
Hayatımızdan dans ve spor eksilmesin.   



25 Şubat 2024 Pazar

Bir Bibliyofil ile Sohbet

 

                             Bir Bibliyofil ile Sohbet



Hedef bir kitap okumak değil, okuyan birine dönüşmektir.” Marcus Aurelius

Evet okumak fiili kadar içinde uçsuz bucaksız alabildiğine sınırsız bir dünya barındıran bir kelime bulmak mümkün mü? Okumak insan beynimize bir şeyler iletmek demek. Kelimelerin gözlerimizden süzülerek beyin kıvrımlarımız arasında bazen çakılı bazen geçici ama illaki beyin hücrelerimizle iletişime girerek oradan ruhumuza, geçmişimize, geleceğimize, çevremize kısaca tüm benliğimize yayılan, bizi saran bir ışık gibi. Kelimelerin oluşturduğu bir ışık huzmesi bir aydınlanma. Her okuduğumuz şey kör bir noktayı aydınlatır. Ama az ama çok. Ama kalıcı ama geçici. Sonuçta okumak insan beyni için gereklidir.

Hiçbir harfi tanımadan masalların büyüsüne kapılan bir çocuğun kafasında yarattığı o erişilemez renklerin birbirine girdiği flu çizgilerle belirsiz hayal dünyası okumayı öğrendikten sonra daha da renklenir ve çizgiler belirginleşmeye ve gittikçe bağlantılar kurulmaya ve yeni yeni dolması gereken boşluklar açılmaya, yeni sorular sorulmaya yani beyin ve düşünce gücü ilerlemeye başlar. Hayal gücü de. Böyle bir okuma serüveni bu hayat yolculuğunda bizi büyütür ve güçlendirir. Ne yazık ki kitaplar ile tanışıklık bazen geç ve çoğu kerede güç olur. Geç ve güç olmasının faturasını da ne yazık ki ülkelerinin geri kalmışlığı ile toplumlar ve tabii ki bireye indirgeyecek olursak insanlar öder.

Okumak bir keyif midir? keyif ötesi bir tutku mudur? Bir zaruret midir? Bu üç kelimeyi birlikte kullanarak söyle cevaplayabilir miyiz acaba? Evet okumak zaruri ama bir o kadar da keyifli hatta keyif ötesi bir tutku bile olabilir.

Bu ilk satırda yazdığım Marcus Aurelius’un dediği okuyan biri nasıl olunura ilişkin merak ettiğim soruları çevremdeki kitapsever arkadaşlarımdan biri ile konuştuk. Fatih Şua Tapar. Bir hekim. Yılda 72-80 kitap okuduğunu söyledi. Bu sayı Türkiye ortalaması ile kıyaslanmayacak kadar yüksek. Ortalama ayda 6-7 kitap eder. Üstelik bu kitaplar hakkında kısa notlarını ve bazen de detaylı yorumlarını sosyal medya hesaplarından yayınlayarak kalıcı kılıyor.

               Soru: Bu okuma işini mesleğiniz le beraber yürütüyorsunuz ayrıca özel hayatınız ve sosyal hayatınız var. Bana bir okuma rutininizi anlatır mısınız? 

Cevap: Bu sayı çok görünüyor ama sanıldığı kadar fazla bir zaman istemiyor inanın. Size–aslında çok sevmediğim – bir değerlendirme yapayım. Normal okuma hızı dakikada 150 kelimedir.  Normal bir kitap sayfasında ise 200 – 250 arası kelime vardır. Bu sene okuduğum 72 kitabın toplam sayfa sayısı on altı bin civarında.  Yani matematiksel olarak hesaplarsak bu kitapları okumak için ortalama günde bir saatinizi okumaya ayırmanız yetiyor aslında. Tabii ki her kitabın okuma hızı farklı.  Şahsen sinema arşivim dışında hiç tv izlemiyorum. Bu süreyi ayırmak kendi adıma zor gelmiyor. Nereye gitsem yanımda bir ya da birkaç tane kitap olur. Bekleme zamanlarında açarım çıkarıp. Bütün bunları dikkate aldığımızda olmayacak bir şey değil.

                 Soru: Yazılı kitap mı, yoksa e- kitap mı veya dinleyerek mi (tercihiniz var mı?)

                Cevap: Sadece basılı kitap ama bu alandaki her türlü gelişmeyi destekliyorum. Zaman değişiyor çünkü. Bizim neslin basılı kitaptan kopması çok zor.

                 Soru: Hızlı okuma teknikleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

                 Cevap: Fotografik okuma daha doğru bir tanımlama olabilir. Bu tekniği kullanıyorum ama nasıl oluyor, çok kısa anlatmaya çalışayım: Bir tablonun önündesiniz. Mesela bu İsa’nın Son Akşam yemeği tablosu olsun. Baktınız şöyle bir on dakika kadar. Şimdi siz bu tabloyu görmüş sayılır mısınız? Evet, değil mi? Şimdi tabloya bakmıyorken sorsak; masada sağdaki ikinci kişinin üstündeki elbise ne renkti, kaç kişinin elinde kadeh vardı, yere düşmüş bir şey görünüyordu neydi o, gibi. Bunlara cevap vermemiz çok da kolay değil. Fotografik okumada da sayfaya bakarsınız okumazsınız aslında. Ana fikri anlayacak kadar kelimeyi okursunuz gerisi kalır. Bütün kelimeler okunmaz. Okunmaz ama hız ölçerken onlar da sayılır. Benim düşüncem: kurgu kitaplar için bu yöntem olmaz. Kesinlikle olmaz. Çünkü onlarda kelime atlanmamalıdır. Her kelime önemlidir ama gazete köşe yazıları, araştırma, inceleme vb. kurgu olmayan düz metinler bu yöntemle okunabilir ve okuma hızı çok yüksek rakamlara çıkar.

                   Soru: Evet bu dedikleriniz çok önemli. Hızlı okuma teknikleri ile katmanlı romanlar ve felsefe gibi zor anlaşılan metinler okunmaz.  Peki mesela kurgu roman okurken sizin geliştirdiğiniz bir yöntem var mı?

                    Cevap: Kitapları altını çizerek okuyamıyorum, kütüphanemde kitaplar yeni gibi durur öyle. Ama alıntı yapılacak yerlere bir nokta sonra da sayfasını not ederim. Daha sonra kitap hakkında yazarken bunları kullanırım.

                    Soru: Aynı anda birden fazla kitap okuyanlar var. Sizin de böyle mi?

                   Cevap: Tabi ki. Farklı türler olmak kaydıyla çok da faydalı bana göre. Ben çok yaparım. Yedi kitaba kadar çıktığı olmuştur ama genellikle iki ve üç kitabı bir arada okuyorum.

     Soru: Okumak sizin için bir alışkanlık mı yoksa bir tutku mu?

                    Cevap: Elbette ki bir tutku. Zaman geçtikçe yanına yazma eylemi de eklendi. Ayrıca hayati ihtiyaçlar gibi oldu. Yemek, içmek uyumak neyse o da öyle.

                   Soru: Bu okuma alışkanlığınız ve hatta tutkunuz nasıl gelişti?

                    Cevap: Sanırım babamdan bulaştı. Daha okula başlamadan bir şekilde okumayı da sökmüşüm babamın dediğine göre. Onun kitaplarının sayfalarında benim yaptığım karalamalar var. Kitaplar hayatıma girmiş bir daha da çıkmamış. Kitapların seni bulunduğun yerden alıp farklı yerlere sürüklemesi bana büyüleyici gelmiştir hep.

                        Soru: Her türlü kitap mı okursunuz yoksa seçerek mi? 

                        Cevap: Elbette seçerek okunmalı. Zamanla zaten iyice seçici oluyorsunuz.  Kitaplara not veririm ve tabi arzum her kitabın 9’luk olması ama olmuyor tabi. Tür olarak yerli – yabancı ve kurgu – kurgu olmayan dengesini sağlamaya çalışıyorum. Bir sağlamaya çalıştığım denge de en az yarısının yeni bir yazar olması.

                          Soru: İlk okuduğunuz kitabı hatırlıyor musunuz? Kaç yaşında?

                          Cevap: Büyük ihtimal bir Kemalettin Tuğcu romanıydı ama hangisi bilmiyorum. On iki yaşımdan itibaren okuduğum her kitabı not ediyorum. Bir gazete köşe yazısı bunu yapmaya başlamam için vesile oldu ve hiç bırakmadım.

                       Soru: Bu yazıyı okuyan gençlere bu konuda nasıl bir tavsiyede bulunursunuz?

                        Cevap: Yukarıda söylediğimi tekrarlayayım: Okumayı sürekli eylem haline getirsinler. Hep verdiğim öğüt şudur: Bizim ülkede nüfusa göre okunan kitap sayısı yılda bir bile değil. Dolayısıyla bir kitap bile okusanız ortalamayı geçiyorsunuz ama yılda on sayısı çok iyidir. Bu sizde bir tutkuya dönüşürse zaten zamanla artacaktır. “Şu anda ne okuyorsun?” sorusuna cevap veremeyeceğiniz bir zaman olmasın. Bunu yaparsanız sürekli okuma eylem durumu gerçekleşmiş olur. 

                      Evet bibliyofil arkadaşımın dediğini ben de okuma serüvenine başlamak isteyenler için tekrarlamak istiyorum: en azından ayda bir olmak üzere yılda on kitap okuyun ve “şu anda ne okuyorsun” sorusuna hep cevap verin.

                        Sevgili bibliyofil arkadaşıma bu sohbet için teşekkür ederim.

                                                                                        

                                                                                                                  Feride Cihan Göktan

                                                                                                                   şubat - 2024


                     bu yazım 24 şubat 2024 de  Nokta Haber Yorum dijital  platformunda yayınlanmıştır.

                    https://noktahaberyorum.com/nhy-feride-cihangoktan.html