Feci'nin Blogu

24 Kasım 2018 Cumartesi

Öğretmenler Günü (ama bütün öğretmenlerin değil!)

                          Öğretmenler  Günü (ama bütün öğretmenlerin değil)


Bugün Öğretmenler günü... Bütün öğretmenlerin gününü kutluyorum. Bugün böyleydi hep iletiler. Her yerde bu yazılıydı. Bütün öğretmenlerimizi saygıyla anıyoruz. Çok yanlış.  En azından böyle günlerde hazır vesile var iken iyiyi ve doğruyu aramalı. Kötü olanı sergilemelidir. Ne demek bütün öğretmenleri saygıyla anmak? Nefretle andıklarınız hiç olmadı mı? Hayatınızı kötü damgalayanlar, sizi çıkmaza sürükleyenler, içinizde derin yaralar açanlar...  Ama bakıyorum iletilere hepimizin öğretim hayatından gelmiş geçmiş öğretmenler bir melek. Ama tabii ki bu yaraya dokunarak gerçekleri yazanlar da var. Örneğin kızımın okul arkadaşlarından Alper şöyle bir kısa anekdot yazmış hayatında karşılaştığı öğretmen tiplerinden biri için:  
Ben:  hocam siz şimdi böyle böyle dediniz ya, benim aklıma pek yatmadı. Niye öyle?
Hoca: yavrum kravatın nerede senin?
Ben: ya kravatı demiyorum hocam, o iş niye öyle diyorum? Neden?
Hoca: müdür yardımcısına git kravatım yok yine hoca attı sınıftan de!
Ben: e peki  benim sorum ne olacak?
Hoca: müfredatta yoktu zaten.
Okul budur.
Sizlerde böyle bir öğretmenle karşılaşmadınız mı hiç? Hepinizin gülümsediğini hissediyorum. Karşılaştınız. Böyleleri var. Çocuklardaki merakı körelten.  Hatta meraklı öğrenciyi inciten, öz güvenini yaralayan. Alper haklı burada... Her öğretmen kutsal değildir.
Alper kendi öğretmenini cesaretle deşifre etmiş. Sosyal medyada yazdığı için ben de ondan izin alarak buraya aktardım. Sadece okul başarısına odaklanmış anneler,babalar  ve öğretmenler için de önemli buraya alıntıladığım paragraf. Birçok şey düşündürüyor insana. Ayrıca benzer örneğini hepimiz gördük. Şöyle yazmış iletisinde:
İlkokul öğretmenim, öğretmenler günü için önceden sipariş verirdi. Sınıfın velileri aralarında para toplar alırdı. Şu model buzdolabını, isterdi mesela. Modeliyle söylerdi. Alırdı veliler. Ödevini yapmazsan yaramazlık yaparsan falan feci dayak atardı. Ben de inatlaşırdım onunla. Hiç ödev yapmadım yani. Her gün dayak yedim. Kulaklardan tutup kafayı sıraya vurmalı falan. 
Torpille vermişti annemler beni o hocaya. Türkiye birincileri çıkarıyormuş. Bizim sınıftan da çıktı. 3 birinci vardı, Robert’i kazandılar ama bitiremediler. Ben de Saint joseph’i bitiremiyordum neredeyse. Kadının “ileride başırılı ol” diye bir derdi yoktu. O sınavda başarılı olacaktın ki gelecek öğrenciler de torpil falan yaptırabilecek varlıklı arkası sağlam öğrenciler olacaktı. O da 105 ekran televizyon isteyecekti öğretmenler gününde. Gelecekte ne olursun onun umurunda değil. Sınav kazandırma hocasıydı o.
İşte insanın hamuru ile oynayan ruhumuzda derin izler bırakmış insanlardan biri öğretmenlerimiz. Bütün eğitimimiz süresince. Özellikle ilkokul ve ergenlik dönemlerinde kişiliklerimizin yapı taşlarına oturan insanlar. Yukarıdaki gibi kötü ve tuhaf olanlar var. Tam tersine mükemmel, iyi ki karşılaşmışız, iyi ki benim öğretmenim olmuş dediklerimiz de var.Benim ilkokul ve ergenlik dönmemi öğretmenlerimden muhteşem olanlar vardı mesela. Onlara minnettarım. Ama Alper şanssız rastlaşmalar yaşamış. O nedenle bütün öğretmenlerin günü kutlu olsun demeyeceğim. Herkes hak etmiyor böyle bir şeyi çünkü.
Bu mesleği severek yapan, öğrencilerine şefkat ve sevgi duyan,  onları iyi yetiştirmek için elinden geleni yapan sevgili öğretmenlerin öğretmenler gününü kutlu olsun. Ayrıca bende ve kızımda emeği olan öğretmenlere minnettarım.
                                                                                                                     Feride Cihan Göktan

18 Kasım 2018 Pazar

Napoli’nin Sırrı. Ne sırmış be!





Üniversiteden bir arkadaşım Ferzan’ın filmine git, beğeneceksin deyince,  hava şartlarına aldırmaksızın  yağmur çamur demeden  bir  arkadaşımla birlikte gittim.
 Karaca’da oynuyor. Salon küçücük haliyle dolu görünüyor. Çok fazla bir reklam göstermeden başladı. Arkadaşım gerilim türü imiş diye uyardı film başlarken.  Napoli’nin Sırrı. Ferzan Özpetek  damgası  var. Güzel bir film seyredeceğiz duygusu… Neyse, film bir adamı merdivenlerden inerken kurşunlayan hem de kararlı ve acımazsızca kurşunlayan bir kadının perişan yüzünün görüntüsü ve hemen arkasında beliren küçük bir kız  çocuğunun şaşkın bakışlarının ekranda donduğu gerilim sahnesi ile başladı.  Bir sonraki sahne yine gerilimli bir teatral sahne (erkek kadın ilişkilerinin anlatıldığı mitolojik öğelerle süslenmiş)  Hemen sonra oldukça sert erotik sahnelerle film akmaya devam ediyor.  Film kahramanı bir adli tıp uzmanı kadın doktor.  Hastaneden çağrıldığında otopsisine girdiği adamın bir gece önce ilk defa görüp tanıştığı ve birlikte olduğu adama ait olduğunu cesedin kalça üzerindeki dövmesinden anlayıp haliyle baygınlık geçiriyor. Cesedin gözleri oyulmuş. Korkunç bir sahne. Buraya kadar anlattığım gerilimli başlangıç ve çok sert erotik sahneler sonrasında film gelişmeye başlıyor. Cesedin kimliği araştırılıyor. Bu arada doktor hanım,  o gece birlikte olup sonra otopsisine girdiği adamı caddede, metroda görmeye başlıyor. Hayal görüyorum diye büyücüye filan gidiyor. Sonra adamın gerçek olduğunu ve ikizi olduğunu öğreniyor. Yani tuhaf yok canım bu kadar da olur mu, Brezilya dizisi gibi oldu diye aklımdan geçiriyorum.
Filmin ikinci yarısında ailenin sırrı açıklanıyor: O küçük kız, filmin başındaki cinayete şahit olan o küçük kızın, filmin kahramanı olan adli tıp uzmanı  olduğunu şıp diye anlıyoruz. Film süresince bir yandan cinayet araştırılıyor, bir yandan katledilen adamın ikiz kardeşiyle yaşanan yine başlangıçtaki gibi sert aşk sahneleri.  Erotizmden pornografiye kaçmış sahneler.
Tuhaf bir film.  Gözleri oyulmuş bir ceset. Gözleri oyuk bir biblo. Tarihi eser kaçakçılığı yapan bir şebeke. Katil suratlı  bir sevgili. Film hiçbir şey olmamış gibi bitti.  Herkes birbirine o neydi bu neydi diye soruyordu yüksek sesle… Kısaca güzel bir film değildi. Arkadaşım da filmin sonunu anlamadım deyince kahkaha ile gülmeye başladık. E, filmin sonunu anlamadıysak zaten hiçbir şey anlamamışızdır, dedim ona. Takside konuşmaya devam ediyoruz. O neydi, bu neydi diye… Ya dedi, şimdi Caner abi  olsa bunu anlatırdı, ya da Recep olsaydı kesinlikle anlar bize anlatırdı. Arkadaşımın bu lafına çok içerledim. Ya dedim, biz geri zekalı mıyız? Dur dedim ben sana anlatayım da, gözüne gireyim. Önce, bak  dedim, bu kız çocuğunun travmasını düşünelim. Annesi,  babasını gözünün önünde öldürüyor sonra da kendisi intihar ediyor. Sebep de babasının başka bir kadın (teyzesi)  tarafından annesinden çalınması…  Yani filmde gözlerin şahitliği var ve sadakatsizlik var ve korkunç bir travma var. Bu travma nedeniyle kahramanımız gerçek bir ilişki yaşayamıyor, dedim. O otopsisini yaptığı adam gerçekten bir tarihi eser hırsızı. Kadın bir gece önce bu adamla birlikte olduğunu  hayal ediyor sonra tekrar hayal ederek ona bir ikiz kardeş uyduruyor. Anne/baba travması gerçek hayatla bağlantısını koparmış yani. Arkadaşım bu açıklamamı beğendi gibi ama yine de itiraz etti: yok dedi,ilk sevgili gerçekti hayal değildi.Fotoğraflar var dedi. Haklıydı. İyi de o zaman pek bi basit olur senaryo. Çocukluk travması ile hiç tanımadığı bir adama deli gibi bir gün içinde aşık olması ve her yerde onun hayalini görmesi arasında nasıl bir bağlantı var? 
 Yani benim bu açıklamalarım da pek tutarlı değil gibi. O tarihi eser kaçakçısı ile  meslektaşı otopsi arkadaşının arasındaki ilişki ne? Ailesinden o üç kadının bu cinayetteki rolü ne? (o üç akraba kadın da kaçakçı mı?) Sonrasında ikinci otopside gösterilen o şişman kadın cesedi kim? Büyücü kadın mı? Neden öldürülmüş? Biz gerçekten geri zekalı mıyız?  Bakalım arkadaşımız Caner Fidaner anlamış mı? Recep bize anlatabilecek mi?  
Valla , Ferzan Özpetek’in bu filmini  beğenmedim.  Bir kere çok sert. Rahatsızlık verici. Ayrıca anlaşılamayan ilişkiler ve derinliği verilemeyen diyaloglarla dolu. Müzik ve Napoli görselliği için  tabii ki güzel. Ama  gitmezseniz bir şey kaçırmış olmuyorsunuz. Bence tabii ki…
                                                                                                    Feride Cihan Göktan