Feci'nin Blogu

10 Ekim 2023 Salı

KURU OTLAR ÜSTÜNE


 

Bir baş yapıt

Nuri Bilge Ceylan’ın en iyi filmi.

Çok beğeneceğinize eminim, herkes kendinden bir şey bulacaktır.

Bu ve bunun gibi cümlelerle tanıtıldı.

         Cannes’da bu filmle en iyi oyuncu olarak seçilen Merve Dizdar’ın parıltısı ve Nuri Bilge’nin başarılı sinema geçmişi ve tabii ki çok kuvvetli bir PİAR çalışması ile beklediğimiz film nihayet bu ay başında sinemalara geldi. Ve her yerde, yazılı ve görsel basında hakkında yazılıp çizilmeye başlandı. Haliyle bu sanatsal ve aynı zamanda popüler olan sanat olayına bir an önce gitmeli ve tartışmalara dahil olmalıydım. Koşuşturmayla geçen günlük hayatımızın neredeyse 5 saatini ayırarak Kuru Otlar Üstüne’yi seyretmek için yine koşturarak😅 sinemaya gittim (feda olsun)

Neyse film başladı. Önce kar altında bir taşra kesiti belirdi beyaz perdede. Bu unutulmuş uzak ıssız kasabaya biri gelir ve film başlar. Buraya kadar spoiler içermiyor. Çünkü bu klasik bir başlangıçtır. Filmi seyretmeyenler bundan sonrasını okumasınlar.😘.. Bu gelen yolcu mecburi hizmete gelen bir öğretmen.(Anadolu’nun taşrasına mecburiyetten görev icabı gelenler çok mümbit bir konu haliyle) Şimdi önemli olan filmden seyircinin ne beklediği? Neler olacağı? Bu mecburcu öğretmenin hayatında ve oradakilerin hayatında neler değişeceği ve tabii ki seyreden bizlerin sinemadan çıkıştaki duygu ve düşünceleri ne olacak? İlk sorunun cevabı: Seyirci bu filmden çok şey bekliyor. Beklenti büyükse tartışması da çok ve hatta bazen acımasız olacak haliyle. (Nitekim öyle oldu)🙄

Filmde ana karakterleri yazının başında söylediğim gibi oraya mecburen gelen bir öğretmen (Samet), oranın yerlisi bir başka öğretmen arkadaşı (Kenan)  ve  10 ekim 2015’Ankara tren garı patlamasında bacağını kaybetmiş  ve o kasabaya görevli gelmiş kadın öğretmen (NURAY). Ayrıca ilk okul 5. Sınıf öğrencisi Sevim. Film yardımcı oyuncularla birlikte bu kadro üzerinden devam ediyor.

Samet hem buranın yabancısı hem de kendine yabancı, bir adam. Bir an önce yarım yamalak da olsa görevini tamamlayıp İstanbul’a geri dönmek istiyor.  Oysa Nuray tam tersine hayatına sahip çıkmış hatta ideali uğruna  o meşum gün  Ankara Tren Garı katliamı 10 Ekim 2015'te bir bacağını kaybederek bedel ödemiş, işini görev sorumluluğu ile yapan aklı başında bir kadın. Kenan, oranın yerlisi bu çıkışsızlığı kabullenmiş kendi halinde biri. Ayrıca 12-13 yaşlarında oldukça bilmiş, kendini savunmasını bilen, itiraz eden ergenliğe geçmiş ya da geçmek üzere olan bir kız çocuğu. Bu dörtlü arasında geçen kişisel ilişkiler ve zeminde sosyoekonomik şartların hiç de iç açıcı ve umutlandırıcı olmayan örtüsü.  Ancak film akışı oldukça dağınık. Daha doğrusu filmin üstüne oturduğu ana bir hikâye yok bence. Aydın aymazlığı, sorumluluk bilinci, yabancılaşma, arkadaş ilişkilerindeki samimiyetsizlik, küçük yerlerin sıkıntısı, umutsuzluk vs. vs. Zaten filmin adı da Kuru Otlar Üstüne. Kuru otlar filmin sonunda anlatıcının tanımladığına göre yeşeremeden gelen yaz sıcağında kavrulan kuruyan otlar. Yeşeremeden, hayatının güzelliklerini göremeden, gençliğinin verimini yaşayamadan, yeni dönüşümler yapmadan öylece durduğu yerde yaşlanan edilgen ve ruhları da kurumuş insanlar. Daha doğrusu kaderlerine boyun eğmiş insanlar. Türk sinemasında sık gördüğümüz coğrafyalarına sıkışmış insanları anlatan bir film.  Bunu olaylar ile anlatmıyor daha çok diyaloglarla. Mesela bir yemek masası başında geçen Nuray ve Samet’in uzun cümleler ile geçen oldukça da didaktik ve neredeyse şablon sayılabilecek bir konuşma sahnesi var. Bence bu bir sinema dili değil.  Roman okur gibi dinliyoruz. Bazılarımızın hoşuna gidebilir ama sinema da maharet bu konuşulanları olaylarla mimiklerle ve basit konuşma cümleleri ve olaylarla ile seyirciye iletebilmek. Gerçi Nuri Bilge Ceylan diyalogları meşhur.

Film bittikten sonra neler hissettim?❓ İlk öce şunu söylemeliyim. Bir kez ara verilmesine rağmen 3,5 saat su gibi aktı gitti. Tabii ki görsellik muhteşemdi. Doğu’nun beyazı içinde değilseniz o kaya gibi sertleşmiş beyaz içinize buz gibi işlemiyorsa böyle fotoğraflardan veya ekrandan seyretmek harika bir duygu.✔ Oyuncuların hepsi çok iyiydi. Merve Dizdar, o son derece tabii doğal yüz hatları ve mimikleriyle, Cannes festivalinden birincilikle çıkmayı çoktan hak etmiş.  Samet’in tipini ve bakışlarını ilk gördüğümden itibaren daha filmin ne anlatacağını bilmediğim halde hiç sevmedim. Bu da evet, yönetmenin hanesine yazılacak bir başarı öyküsü. Çünkü  Samet’in  filmin devamında oldukça bencil, yakın arkadaşlarını inciten ve 13 yaşındaki öğrencisine pedofilik bir eğilim gösteren bir anti kahraman olduğunu anlıyoruz.

Filmden çıkınca ilk yorumum e fena değil ama abartıldığı kadar da değil oldu. Hani bazı filmler insanı çarpar ya. Bu öyle değil.

Ama bir de filmin hemen sonrası değil de başka bir sonrası var: Düşündüğümüz, tartıştığımız, başka kaynaklara baktığımız. (Bazı filmler çapmasa da düşündürür ve tartışmayı istersiniz) İşte bu aşamada filmi daha çok beğendim.

Yine de söylüyorum ki bir baş yapıt değil. Nuri Bilge Ceylan’ın da baş yapıtı değil.  

 

                                                                                                          

                                                                                                                  Feride Cihan Göktan

                                                                                                                        10 Ekim 2023

4 Ekim 2023 Çarşamba

Önce Yakın Gözlük👓

 


Önce Yakın Gözlük👓


Biz vatandaş olarak en yakın çevremizle ilgilenip tepkilerimizi dile getirip hatta bunları kocaman harflerle söylemediğimiz taktirde genel sorunlarımız asla ve asla düzelmez. Sivil toplum bunun için önemli. Sivil toplum bilinçlenmek ve başkalarının da farkındalığını arttırmak demektir. Büyük işlerle değil önce minörlerle yani bize en yakın ve en bildiğimiz problemlerle uğraşmak gerekir ki vatandaşlık da budur zaten.

Bakın şimdi İzmirlinin çok ilgilenmesi gereken bir konu.(bildiğim bilmediğim bir çok konu var da ben bir tanesini yazayım şimdilik) İzmirli için özellikle en yakın çevre Mavişehir Bostanlı dolayısı ile Karşıyaka semti için çok önemli. Ege Park AVM hepimizin gözü önünde yıkılıyor. Hangi gerekçeyle dersiniz? Depreme dayanıksızlık gerekçesiyle. Ege Park  25 senelik, üç katlı ve alt yapısı da duyduğum kadar ile bu çevrenin en sağlam yapıda olan İzmir'in ilk AVMsi.. Geniş bir sahada kurulmuş ve yine teknik bilgilere göre sağlam bir kazık sistemi ile. Kısaca Bostanlı ve Mavişehir’de depreme dayanıksız yüzlerce bina varken bu binanın bu nedenle yıkılması inandırıcı değil. Daha da vahimi buranın Folkart’a satıldığı ve yerine gökdelen olacağı şüpheleri var.  Mavişehir’de  bu yumuşak zemine gökdelen  dikilecekmiş.. Söylenti. Gerçek nedir kimse bilmiyor. Yarın bir gün gökdelen inşaatı başlayabilir.😱

Aslında ne kadar garip değil mi? Kimse bir şey bilmiyor? İzmir okuma yazma oranının yüksek olduğu bir şehir. 25-30 yıllık bir AVM hepimizin gözü önünde yıkılıyor. Gerekçesi bir ilkokul çocuğuna söylenecek kadar inandırıcı.😅 Kim almış ,neden almış, buraya ne yapılacak? Kim müsaade etmiş? Depreme dayanıksızlık raporunu kim vermiş? Gerçekten öyle mi? Belediyenin buradaki görevi nedir? en azından görevi bırakın İzmirlileri Karşıyaka Mavişehir oturanlarını bilgilendirmesi gerekmez mi? Bakanlığın buradaki rolü nedir?

Sadece kazmalar ve yıkım faaliyetlerini görüyoruz. 25 yıllık iki katlı bina çatır çatır yıkılıyor. Toz toprak. İçindekiler apar topar kanun hükmü ile boşaltıldı zannedersem.

Bostanlı/ Mavişehirliler  nedenini hiç de iyiye yormadıkları bu duruma çok üzgünler. Ama işte üzgün olmakla bir şey olmuyor. Sorup soruşturmak kentimize sahip çıkmamız gerekir. Bir cadde üzerindeki bir ağacı keserken bile bölge insanını bilgilendiren ve onların onayını alan ülkeler gibi neden olamıyoruz acaba? Kimse bir şey anlatmıyor, kimse bir şey bilmiyor, sadece söylentiler var. Ama bizler hep üzülüyoruz. Ve böyle giderse üzülmeye devam edeceğiz ne yazık ki..

önce yakın gözlüklerimizi takmamız gerekiyor.
                                                                                                           Feride Cihan Göktan 
                                                                                                            ekim 4 / 2023   

17 Ağustos 2023 Perşembe

Ağustos Kadınları

 

Ağustos Kadınları

    Hayatı mevsimlere benzetiriz. “Bitsin hayırlısıyla bu beyhude sonbahar,” derken şair  hayatın bir dönemini vurguluyor. “Ömrünün baharında” yine gençlik ile eşdeğer sık kullandığımız bir mevsim benzetmesidir. Tabiatın periyodik devinimi insanın doğumu ve ölümü arasındaki mucizevi değişikliklere paralel hatta eşdeğer mevsimler dediğimiz gerçekten mucizevi dönemleri içerir. İlkbaharda yağan yağmurlar ve yarı güneşli günler gençlik aşklarımız ve heyecanlarımızdır. Kışın soğuk sert rüzgarları şu karşıda oturan yaşlı teyzenin ölüm korkusudur.

    Yaşadığımız bu günler etrafınızdaki her şey deniziyle, güneşiyle ağustos ayının o olgun sıcaklığı ve yerli yerine oturmuş yaz dönemi cilveleri ile çevrilmiş durumda. Bu sıcak ağustos günlerini   sonbaharın geleceğini bilsek bile daha hissetmediğimiz ve kışı hiç ama hiç düşünmediğimiz bu günleri elli yaş kadınlarına benzetiyorum. Ağustos kadınlarıdır onlar.

    Sonbaharlarının hızlıca geleceğinden ve kışın oldukça sert geçeceğinden habersiz, sıcaklıklarının ve yaz dönemlerinin zirvesinde yaşıyorlar.ve sıcaklıktan bunalıyorlar ateş basması hormonları ile.

    Ağustos kadınları en olgun mevsim kadınlarıdır Aşkları, kocaları, geçmiş ilk gençlik tecrübeleri ve çocukları ile kısaca yaşama dair kadın tecrübeleri ile. Her olgun canlıda olduğu gibi çok hafif çürüyecek izlenimi alırsınız hala dipdiri ama 20
-30larındaki gibi olmayan ciltleri ve hafif gözaltı kırışıklıkları ve en önemlisi gözleri ile. Gözleri artık aptalca pırıl pırıl bakmaz. O bakışlar ağustos kadını bakışlarıdır Her şeyi anlamış, kabullenmiş biraz yorgun. Yani bakışları da biraz kırışmıştır gözaltları gibi.

Onlara biraz yaklaşırsanız ağustos böceklerinin bitmez tükenmez çaresiz umutsuz bağırışlarını duyarsınız hayata dair. 

                                                                                                                 14.8.2005 /Ceyda Göktan 

 Bu yazı    14.8.2005’te radikal 2 de yayınlanmıştır.  Nedense ismimi değiştirerek yazdığım ilk yazılarımdan biri… (yayınlanmazsa üzülmeyeyim diye aklımca bu önlemi almıştım.😂 Baktım ki yayınlıyorlar sonra ismimi kullanmaya başlamıştım. O yıllarda radikal 2 keyifle okunuyor ve editörleri de Nilgün Toptaş ve  Nazan Özcan. Beni hiç tanımadan bilmeden  ilk yazılarımı yayınladılar. onlara müteşekkirim. 💖🌹🙏

Radikal'in arşivi silindiği  için digital olarak yayınlayamıyorum. (sadece gazete fotoğrafı ile) 

                                                                                                     Feride  Cihan Göktan 

15 Ağustos 2023 Salı

(Gündelik Siyaset) Dışı Sorular

 (Gündelik Siyaset) Dışı Sorular

    Çok üzgünüm. Ama bu ülkede çocuklarımızı torunlarımızı bekleyen dünya sorunlarından bahsetmeye ve çözüm aramaya vakit yok.😢 Çünkü yöneticilerimiz hep seçim atmosferinde ve hep kavga halinde. Hep karşılıklı suçlamalar ve ne yazık ki içinden çıkılamayacak bir hale gelmiş iç meselelerimiz.  Akıllı CHP’liler ve akıllı AKP’liler veya akıllı diğer partili taraftarlar yok mu? Var.  Ama tabii ki hem akıllı hem dürüst olanlar sayıca çok azlar ve seslerini duyuramıyorlar.  O kadar çok gürültü var ki.😩

        Dün Habertürk’te tesadüfen diyorum (çünkü devamlı aynı şeyler konuşulduğundan artık dinlemiyorum) evet tesadüfen dinlediğim (Açık Ve Net isimli ) programda konuşmacılardan  gazeteci Faruk Aksoy lütfen lütfen dedi, bu önümüzdeki belediye seçimlerine seçim ekonomisini  karıştırmayalım. Bu  meselemiz artık siyasetin üstündedir, seçim ekonomisini karıştırırsak belimizi düzeltemeyeceğiz.😥 Diğer konuşmacı Prof. Zeynep Ökten de aynen şöyle cevap verdi: Çok haklısınız ve çok iyi niyetlisiniz ama biliyorum ki ve emin olun ki ekonomi siyasete karıştırılacak ve seçim ekonomisi yapılacak. Çünkü Türkiye’de her zaman her şey böyle.😠

         İkisi de akıllı.  Biri akıllı bir AKP taraftarı diğeri akıllı bir muhalif. Ben de şunu diyeyim ki bu ülkede siyaset yapmadan hiçbir konu konuşulamaz. Neden çünkü siyasetçiler sadece kendi menfaatleri için varlar menfaattarını korumak için de kavga ediyorlar ki seçilsinler. Seçilsinler ki maddi kazançlar elde etsinler. Milletvekili diye bir statü var biliyorsunuz. Hani milletin seçtiği diyorlar ya aslında genel başkanların seçtiği. Maaşları dün açık oturumda söylendiği kadarıyla 100 binin üzerindeymiş. (Ben 70.000 civarı biliyordum.)  Şimdi size soruyorum hangi profesyonel meslek sahibi bu parayı devletten maaş olarak alıyor hatta yarısını alıyor?  Milletvekilliği diye bir meslek var mıdır? Milletvekili emeklisi ne demektir? Emekli milletvekillerinin diplomatik pasaportları varmış (doğru mu bilmiyorum🙄) bu ne demektir? 40 yıl çalışmış bir hekim veya hâkimi veya öğretmeni (ki bunlar profesyonel mesleklerdir yıllar boyu çalışmak ve tecrübeyle elde edilir) bu paraları alamaz.  Milletvekilliği nedir,  KPPS si var mı yabancı dil sınavı mı var mı? Milletvekili olmak için hangi akademik çalışmalardan geçmişler öyle ya sosyoloji, felsefe, edebiyat ekonomi vs.  Bunları bilmesi gerekir. (Milletvekili olmak için en az lise mezunu olmak şartmış. Ay ortaokul olmasın🙃) Ayrıca emekli milletvekilliği nedir?   İşte bu sorulara cevap vermemek ve milletvekilli olarak yerini sağlamlaştırmak için iktidarı ile muhalefetiyle hep kavga ediyorlar. (belki de kavga ediyor görünüyorlar😘 ) Kimse de kalkıp bu soruları sormuyor? Gelişmiş zengin Batı Ülkelerinde milletvekili maaşlarını ve bizdekilere  sağlanan bu saltanatın onlarda nasıl olduğunu ve emekli milletvekillerinin bir emekli doktora veya emekli hâkime göre ne kadar aldıklarını merak ediyorum doğrusu. Onlar da emekli milletvekilliği diye bir şey var mı? Yoksa hepsi kendi mesleklerine mi dönüyor? Bunları merak ediyorum.

        İktidar yanlısı veya muhalefet yanlısı olabilirsiniz demokrasilerde bu böyle olur. Normal tabii ki. Ama lütfen akıllı ve dürüst olunuz. Siyaset üstü çok acayip bir dönemden geçiyoruz. Bu acayip dönemden bu çok zorlu ekonomik şartlardan geçme nedenimiz de bu gündelik siyaset.🤢  Akıllı uslu konuşulup tartışılmadan sadece kavga döğüş ile siyaset yapıldığı için. (Milletvekillerimiz şimdilerde tatil yapıyorlarmış. Aman ne güzel. Dinlensinler. )

        Gazeteci Faruk Aksoy’a ve Prof. Dr. Zeynep Ökten’e twitterdan teşekkür ettim.  Bu ekonomik darboğazdan geçerken gündelik siyaset yapmadıkları için.

                                                                                                                 Feride Cihan Göktan

                                                                                                                                 15.8.2023

                                                                                                                                

10 Ağustos 2023 Perşembe

Bir Film Hakkında (spoiler vermeden) / Amarcord

 

            Bir Film Hakkında (spoiler vermeden) / Amarcord 

Bazı filmler insana dokunur. Herkese farklı dokunur.  Bazen bir coşku, bazen derin bir hüzün bazen de tarifsiz bir şeyler hissedersiniz. Ve bunları yani hissettiklerinizi hemen bir yerlere not düşmek gerek bence. Çünkü film bittikten sonra (aynı şey kitap için de dinlediğiniz bir müzik için de geçerlidir) araya hayat girer ve artık dışarıya, dış dünyaya aitsinizdir. Oysa film seyrederken veya kitap okurken veya müzik dinlerken siz oldukça içeridesinizdir. Kendi içinizde. İşte kendi içinizde iken o an veya o anlar tüysü bir şeydir.  Bittikten sonra hayata döndükten sonra o karmaşada biraz önce hissettikleriniz uçar gider. An geçmiştir. Artık “anda” değilsiniz.

Amarcord’u seyrederken ve film bittiğinde hissettiklerimi hemen not ettim ki unutmayayım. Düşündükleriniz, gördükleriniz aklınızda kısmen kalıyor da hissettiklerinizin detayı kayboluyor.  Dediğim gibi tüysü bir şey.  Uçuşup gidiyor.

Amarcord. Şu meşhur film. Fellini’nin baş yapıtı. Başladım seyretmeye. Tabii ki büyük bir beklentim var. Kült bir film olduğunu biliyorum. Fellini sonuçta. İlk yirmi dakika geçti. Huzursuzlanmaya başladım. İçimden, nedir bu ya? ne anlatıyor, hiçbir devamlılık yok, bir konu yok, diye geçiriyorum. Böyle söylenirken bir yandan da acaba ben mi anlamıyorum diye kendimi de suçluyorum… Tabii ki seyretmeye devam edeceğim. Hiç bırakır mıyım? Neredeyse yarım saat geçti belki de daha fazla. Bir baktım ben filmin içindeyim. Filmdeki ailenin annesi Miranda hastalandı ve öldü. Sanki bu kadın yan komşum sevdiğim biri gibi çok üzüldüm. Tuhaf bir yakınlık hissi.  Neredeyse ağlayacağım. Allah Allah ne oluyor bana? Bu bir film ya dedim kendi kendime. Üstelik baş rol oyuncusu filan da değil.  Zaten filmde başrol oyuncusu yok. Herkes kendi hayatının başrol oyuncusu gibi. Ve film ortalarına doğru yaklaşırken hayatın kendisinin içinde olduğunuzu anlıyorsunuz. O müthiş kaos.  Bildiğimiz ve yaşadığımız hayat. Sevinçleri, umutları, ergenlik krizleri, ilişkilerin çeşitliliği, aile ilişkileri ve tabii ki aldanışlar, hüzün ve ölüm …. Bütün bunlar hayallerle, rüyalarla birlikte anlatılmış. Masal gibi. Yani Fellini hayatı, o katı gerçekliğe fantastik ögeler de katarak anlatmış. Düşlerden arındırılmış, hayallerin tükendiği bir hayat zaten olmaz. Olamaz.

En güzeli de ne biliyor musunuz?

Film bitince içinizde bir sevinç, bir umut.  Böyle bir “an” yaşatması sanat eserinin vazgeçilemez olması demek bence.   

Film bitti ve hayatı kucaklamak için sevinçle dışarıya attım kendimi.

Deniz kenarında martılar uçuyor, insanlar koşuşturuyordu ve hayat tüm anlaşılmazlığı ile akıp gidiyordu.  

                                                                                                                 Feride Cihan Göktan

                                                                                                                   Ağustos 2023

Amarcord. 1973. Dramatik komedi. Yönetmen Federico Fellini 

 

22 Temmuz 2023 Cumartesi

TEKNO ROBOTİK BİR DÜNYAYA DOĞRU

                                                  TEKNO ROBOTİK BİR DÜNYAYA DOĞRU 


Teknolojinin artık durdurulamayan dev adımlarla ilerlemesi nedeniyle “yeni bir dünya” kuruluyor cümlesini daha sık duymaya başladık. Evet aslında bu yıllardır bugünkü kadar sık olmasa da duyduğumuz bir söz. Bir klişe. Evet yıllardır söyleniyor ne yapalım biz de klişe bir cevap veririz diyebilirsiniz. Yeni bir dünya kurulur biz de o yeni dünyada yerimizi alırız, gibi bir şey. Hayır, efendim o kadar kolay olmayacak. Bir kere insan ve insanlık yüzyıllardır üzerinde oturduğu bu güzelim dünyaya neler yaptı, hepimiz biliyoruz. Doğa katliamları, savaşlar, hesapsız hendesesiz nüfus çoğalması, açgözlülük. Ayrıca her yerlerde dev boyutlarda karbon ayak izleri bırakarak üstünde tepindik durduk ve hala umursamazca davranıyoruz. Sonuç haliyle vahim. Dünya nimetlerini oburcasına bitirdik. O da bizi artık istemiyor ve üstünden atacak. Kaliforniya’da sıcaklık 55 derece, İran yanıyor, İstanbul’da bile su alarmı verildi. Düşünebiliyor musunuz Alpler ’de kar kalmamış. Kyoto sözleşmesinde ön görülen dünya ısı artışının oldukça üstünde dönmeye başlayan bir dünya.  Böyle giderse diyeceğim ama o –se safhasını geçtik artık belli ki böyle devam edecek ve önü alınamayacak bir yola girdik gibi.  Bu dünya insanoğlunu tepesinden atacak. Şimdi bir geçiş dönemine kısmen girdik giriyoruz. Evet, yeni bir dünya kuruluyor, artık insanoğlu bu yenidünyanın tek sahibi olmayacak. Şimdi okurlar esprili olarak uzaylılar mı geliyor diyebilir. Onu bilemiyorum onlar da bir gün gelebilirler. Aslında uzaylı esprisini bir yana bırakırsak şimdi çoğumuz bu sorunun cevabını korkarak da olsa inanmıyor gibi görünsek de kabul bile etmesek de biliyoruz sanki. Yapay zekâ ve robotların hâkim olacağı tekno- robotik bir dünya kuruluyorArtık bu yeni kurulan dünyada insanoğlu hakimiyeti olamayacak. Algoritma hakimiyeti olacak. Veri çıktılarıyla işleyen bir dünya. İnsan hafızasına, kişisel deneyimlere falan ihtiyacı olmayan bir dünya. Bakın Türkiye’de bile (bile diyorum çünkü Türkiye gelişmiş ülkelere göre yapay zekâ kullanımının çok gerisinde), hukukta davaların çözümleri için yapay zekâ kullanmaya başlayacaklarının haberi var. Tıp Bilimlerinde zaten hızla kullanımı artıyor. Daha birçok alanda… İnsansız hava aracı savaşı hunharca yapıp üssüne dönüveriyor.

Yani kısaca tekno robotik bir dünyaya doğru evriliyoruz. Ve bu dünyayı ve nimetlerini har vurup harman savuran, iklim krizini yıllar önce gördüğü halde hiç umursamayan ve kendini dünyanın vazgeçilmezi gören zavallı insana haddini bildirecek yeni bir dünya kuruluyor.

Ve bizler ne yapıyoruz? Bütün bunların farkında olsak bile hala bildiğimiz gibi davranıyoruz. Karbon ayak izlerimize dönüp de hiç bakmadan saçmaya savurmaya yıkmaya devam ediyoruz. Aç gözlülüğe devam. Hiç kimse tekno robotik dünya için meslek seçimi konusunda yeni nesli ve ailelerini cılız söylentiler dışında uyarmıyor. Mesela apartman kapı görevlimiz… Adamcağız kıt kanaat geçindiği üç kuruş parasıyla iki kızını aklınca iyi bir meslek edinsinler diye, o paraya doymaz dershanelere ve özel İngilizce kurslarına yolluyor. Artık herkesin üniversite bitirmesine, lisan bilmesine gerek kalmadığını birilerinin söylemesi gerek. Ben geçenlerde hevesini de kırmadan söylemeye çalıştım ama yüzüme öyle şaşkın şaşkın baktı ki. Anlatamadım. Anlamadı. Meslekler değişecek. Beyaz yaka işler yavaştan yok olacak. Bakın chatgbt çıktı ve bu ilkel haliyle her şeye cevap vermeye çalışıyor ayrıca istediğiniz metinleri yazıyor. Tekrar ediyorum bunlar daha en ilkel hali.


Belki de insan olmayı gerçekten insan gibi olmayı bu tekno-robotik dünya bize öğretecek. Robot insanlarla bir başka deyişle insansı robotlarla iletişim kurarken anlayacağız gerçek bir insanla organik bir iletişim kurmanın ne kadar gerçek ve duygusal bir şey olduğunu. Baktığımız yapay bir resimde organik bir yeteneğin beceriksiz darbelerini özleyeceğiz veya bilimsel bir metnin belli ki hiç zahmetsiz hazırlanışının samimiyetsizliğini ve kusursuz donukluğunu.

Evet, insan olmanın ve bu mahvettiğimiz güzel dünyada insanca yaşamanın kıymetini belki anlayacağız ama sanki tren kaçtı gibi… Hâlâ yapacak bir şeyler var mıdır bilemiyorum.

Feride Cihan Göktan


bu yazım https://noktahaberyorum.com/tekno-robotik-bir-dunyaya-dogru-feride-cihan-goktan.html da 21 temmuz 2023'te yayınlanmıştır. 

15 Haziran 2023 Perşembe

Begonviller ve Enflasyon

                                                               Begonviller ve Enflasyon

Bu sabah balkonumda aklımda dün geceden kalan bir sorunun huzursuzluğu ile kahvaltı yapıyorum. Aslında daha önceden de bildiğim bir şey. Ama dün gece TV’de anlatılan bana resmen battı. Hep aklımda. Hep, nasıl ya, filan diyorum. Huzursuz ve gerginim. Aslında dediğim gibi daha önceden de bildiğim bir şey ama bu sefer çok açık açık (Bilal’e anlatır gibi) anlatıldığından mıdır ya da artık bu sorunlar ve endişelerimiz iyice yükseldiğinden midir bilemiyorum ama gerçekten dün geceden beri kafaya taktım bu soruyu?

O sırada bilgisayarımda “Begonvil /Sezen Aksu” başladı söylemeye. Allah’ım ne güzel bir şarkı. Aslında çok iyi bildiğim ama nedense bu sefer her zamankinden daha da dokunaklı geldi. Neredeyse ağlayacağım. Kafaya taktığım soruyu neredeyse unuttum. Mavi parlak bir gökyüzü, uçuşan martılar, sessizlik, aşk dolu bir dünya ve uçsuz bucaksız çarşaf gibi bir deniz gözlerimin önünde uzanıyor şimdi. “Bekletme hayatı” diyor Sezen. Müthiş Sezen. İyi ki var Sezen.💕 Öyle bir Sezen. Dün geceden kalan o huzursuzlukla şarkı iyice içime içime işledi. Hayatımız, bizim küçük hayatlarımız, büyük emeklerle ilmek ilmek işlediğimiz hayatlarımız. Tamamıyla kendi alın terimizle kazandığımız, sonuna kadar hak ettiğimiz ve mütevazi gelecek planlarımız. Dün geceki TV konuşmaları yine aklıma üşüştü şimdiye kadar olmadığı kadar. Taktım dedim ya… Ben denk gelirsem bazen şu tartışma programlarına ne var ne yok diye izlerim. Dün gece yine geç vakit Haber Türk’teki tartışmanın bir yerinden denk geldim. Prof. Dr. Burak Arzova isimli bir akademisyen. Güzel güzel açık açık anlatıyor. Önünde bir grafik Bu enflasyon neden bu kadar azdı diye.🙄. Karşısında taraftar gazeteciler var. Hoca zaten hiç öyle büyük cümlelerle anlatmıyor ne taraf ne muhalif. Grafik üzerinde açık açık sakin sakin anlatıyor. Zaten bu ekonomik modelin gitmeyeceği bilimsel olarak belliydi, ben ve benim gibi bu işten anlayan birçok kişi söyledi, diyor. “Bu deneysel bir ekonomi modeliydi. Denendi ve olmayacağı görüldü.” Aynen böyle dedi.😱 Bir deney. Ve bu deney sonucu olmamış.  Bütün dünya enflasyonla faiz arttırarak mücadele ederken bizim hükümetimiz farklı bir yol denemiş. Hatta bir önceki merkez başkanı Naci Ağval’ın bu yöntem hakkında çekinceleri olduğu için görevden alınmış. Şimdi ben ekonomist olmadığımdan ekonomi terimlerini veya bağlantılarını ne kadar bilebilirim ve nasıl değerlendirebilirim? Tüfe, politika faizi. FED raporları, ÜFİ, yabancı yatırımcı fon akışı vs. vs. ❓  Ama hocanın gösterdiği grafik anlaşılmayacak gibi değil. Zaten programdaki karşıt görüşlü konuşmacılar da hiç cevap veremediler.😩 Valla dayanamadım o her şeyi anlatan açık seçik grafiği TV ekranından fotoğrafladım. O yukarılara giden neredeyse arşa çıkan enflasyon sarı çizgi, aşağıda zıt yönde giden de mavi çizgi düşük faiz uygulamasıymış. Gördüğünüz gibi ikisi birbirine paralel paralel giderken 2021 mart ortalarında yavaştan makas açılmış ve giderek artarak ısrarla devam etmiş. Makasın açılmaya başladığı tarih de Naci Ağbal’ın görevden alındığı zaman dilimine uyuyor. (Bu arada sayın Ağva bu görevde en kısa süre kalan bürokratmış) yani anlayacağımız hocanın dediği gibi ekonomik bir deney yapılmış. Enflasyonun bütün dünyada azdığı, gelir adaletsizliğinin had safhaya vardığı, bir yandan pandeminin, bir yandan Ukrayna savaşının yıkıcılığında bu yönteme bilimsel itirazlara rağmen ekonomide bu deneysel yöntem uygulanmış. Evet hatta sayın Şimşek göreve başlarken ekonomide irrasyonel (akıl dışı) politikalar uygulandığını ve bunlardan vazgeçilmesi gerektiğini ifade etti. Yani hem deneysel hem de bilimsel öngörülere göre de olacak şey değil yani akıl dışı bir ekonomi modeli.😡

gittikçe yükselen sarı çizgi ve uzaklaşan mavi çizgi. Bizim küçük hayatlarımız. emek emek yalansız dolansız rüşvetsiz kazandığımız üç beş kuruşun bir deney sırasında nasıl da eriyip gittiğini sakin sakin anlatıyor hocamız.

Sezen’e sığınmaktan ve onun inanılmaz sesi ve yarattığı atmosferde kaybolmaktan başka çare yok. “Bekletme hayatı. Bu kadarına razıysan yaşa gitsin, Kaç kişiyiz savunan sevdayı?”

Yaşayıp gidiyoruz işte…

                                                                                                             Feride Cihan Göktan

https://www.youtube.com/watch?v=yJVFPENseck                   

11 Mayıs 2023 Perşembe

bunaltı ve bulantı / 2023 seçime doğru


     Geçen gün feys arkadaşlarımdan biri, yetti artık böğüreceğim gına geldi bu seçimden diye bağırış çağırış bir post döşenmiş. Tabii ki birçok kimse haklı olarak beğeni emojisi koymuş. Ben de alkışladım.👍 Gerçekten ne bu ya? Resmen elimizde taş, ağzımızda küfür, yüksek seslerle kavga gürültü savaşa gidiyoruz gibi …😡 Sokaktaki herkes ama herkes bunu konuşuyor. Otobüste, kafede, yolda. Üstelik bu son iki yıl içinde depreminden pandemisine ne korkunç şeyler gördük. Daha depremin yaraları sarılmadı. İki üç müteahhit dışında herkes temize çıktı. Hiç kimse istifa etmedi. Ama bu asrın felaketini neredeyse unuttuk.😥



TV’yi açıyorsun başka bir şey yok. CHP, AKP, Gelecek Partisi, Gidecek (!) Partisi. Her yerde bir gürültü. Bu gürültü arasında seks kasetleri, yalan haberler, çok özel hayata indirgenmiş dedikodular… hiç kimseyi ilgilendirmeyecek düşük seviyeli dedikodular.🤢

Ayrıca bütün bu rezalete sokaklarda caddelerdeki görüntü ve ses kirliliği de eşlik ediyor. Seçim pankartları, millet vekili adaylarının boy boy resimleri, sonuna kadar açılmış bas bas bağıran seçim arabaları. Tam bir cangıl. Kirli bir cangıl.

Ayrıca sosyal medyada ikide bir kötü kehanetler bildiren astrologlar.😱

Kısaca sadece gürültü ve kavga. Demokratik ülkelerde olduğu gibi iktidar ve muhalefetin en yetkilileri veya cumhurbaşkanı adayları karşılıklı gelip hepimizin gözü önünde seviyeli bir tartışmaya bile girmiyorlar ki biz yıllar önce TV’lerde bu manzaraları görmüştük. Geldiğimiz durum bu ne yazık ki. Sadece bir gürültü kopuyor. O kadar.

Bakınız Batı Avrupa ülkelerinde sağa sola asılan posterlerin boyutları nerede olursa olsun 4 metrekareden fazla olamazmış. Yollarda, duvarlarda, köprülerde veya binalarda öyle bizdeki boyutlarda, büyük posterler, dev reklam panoları ya da büyük bütçeli reklamlar yapılamaz.. Sokaklar parti bayrakları filan söz konusu değil. Sadece karışlıklı münazara… Yani halkın önünde herkesin eleştirel görüşlerini de dikkate alarak tarafların birbirlerine küfür etmeden kötü söz kullanmadan tartışması. 👍

Ben bu ülkenin seçmeni olarak hele bu son günlerde bulantı ve bunaltı duyuyorum. . Eminim benim gibi çok insan aynı durumda. Bunaldık ve midemiz bulanıyor artık. Bir an önce seçim yasakları başlasın da bu kirli cangıl sona ersin artık.

Ah evet keşke daha uygar ekonomik düzeyi yüksek bir ülke olsaydık eminim seçim yukarıda bahsettiğim uygar batı ülkelerindeki gibi sessizce ve mütevazi bir şekilde olur bu kadar kirli bir gürültü olmazdı.

Oysa olay çok basit: pazar günü seçim var ve hepimizin bir oyu var. Herkesin bir aklı ve görüşü var. Hepimiz kişisel ve ülkemiz menfalarını düşünerek ve çocuklarımızın torunlarımızın geleceği için kısaca daha güzel bir Türkiye için gidip oyumuzu kullanacağız.

Bahar gerçekten gelsin artık.

Yine de umutla …

                                                                                                                          Feride Cihan Göktan

                                                                                                                           11 mayıs  2023 

21 Nisan 2023 Cuma

2023 Ramazan (Şeker) Bayramı

 

Bir bayram yazısı yazayım dedim…

Sabahtan hatta dünden beri kendimle cebelleşiyorum. Hayatımda ilk defa olarak “bayram” kelimesine taktım kafayı.  Bu sözcüğün kökeni nedir diye? Sanki bu kelimeyi söylemek iyi bayramlar demek bana tuhaf hatta absürd geldi önce.  Bu kadar hüzün bu kadar yıkım gördükten sonra. Acı daha çok yeni. İçimden gelmiyor dedim bir arkadaşıma. Herkes sanki her şeyi hemen unutmuş gibi, dedim kızıma. "Annecim normal tabii ki böyle olacak, insanlar ne yapsın, hayat devam ediyor," diye cevap geldi…

Evet hayat devam ediyor, doğru. Hem de doludizgin  devam edecek…

Bakın bayramın etimolojik sözlükte kökeni neymiş? Farsçada paδrām ve aynı anlamda Soğdcada patrām yazımı ile neşe, huzur, mutluluk, sessizlik manasında kullanılmıştır ve pati- (geri, tekrar) ve rāma- (sükûn, barış ve mutluluk) kelime köklerinin birleşmesi ile oluşmuştur. Beyrem veya Mayram olarak da söylenir. (wikipedia) 

Ve bu hayatın devam etmesi için “bayram” kelimesine de ihtiyacımız var… buruk muruk 😢ama söylendikçe insana iyi geliyor gibi…

Hayat devam ediyor gerçekten… yeni bir normalle. Asla eski normale dönmeden. Kayıplarımızla, hüzünlerimizle devam ediyor. Bu bayram sanki daha da eksildik.

Ne bileyim belki şunu demek gerek: hayat zaten böyle bir şey... kayıplar, hüzünler, ara sıra da mutluluk anları.

“İyi bayramlar” evet bu iki kelimeyi dünden beri sıklıkla duyuyorum. Ben de bir iki defa söyledim. Ama duydukça bana iyi geldi. Hepimize iyi gelsin.

“İyi Bayramlar”🌹  

Bu aşağıya koyacağım müziği bugünlerin kırılmış eksilmiş bayram sevinci için çok uygun buldumLütfen dinleyin. Daha iyi olacaksınız

https://www.youtube.com/watch?v=_rcs1OC2Sus



 

22 Şubat 2023 Çarşamba

Depremin Pik /İvme Değerleri ve Kırılgan Hayatlarımız

            Depremin Pik /İvme Değerleri ve Kırılgan Hayatlarımız

Çok acayip günlerden geçtik. Daha da geçiyoruz. Depremin 17. Günü neredeyse 20 gün olacak. Bir fırtına içine girdik. Her yer yangın yeri. Karanlık bir tünele dünyanın bütün sisini doldurmuşlar da biz bu tünelin içinden nefessiz geçiyormuşuz gibi. Sanki yavaş yavaş tünelden çıkmak üzereyiz. Sanki kapkara sis yavaş yavaş dağılıyor tabii ki geride kalan yanmış yıkılmış kocaman şehirler harabeye dönmüş evler ve insanlar. Bu toz duman dağılıp sis açıldıkça bu manzara daha da kötüleşecek eminim. Nasıl dayanılacak? Nasıl dayanacağız? Nasıl her şey normale dönecek? Bu cümledeki “her şey” kelimesini at gitsin zaten. Asla ama asla öyle bir şey olamaz. Bu cümlede İkinci problemli kelime de “normal”. Evet yavaş yavaş normale döneceğiz ama yeni bir normale. Bütün bu felaket yanı başımızda oldu. Arkadaşlarımızı tanıdıklarımızı veya hiç tanımadığımız binlerce insanı kaybettik, binlercesi sakat kaldı, evleri başlarına yıkıldı.  Yer yarıldı içine girdiler. Ve biz bütün bunları seyrettik. Bir film seyredince, bir kitap okuyunca aynı insan olmadığımızı bilen insanlar olarak böyle bir felaketin içinden geçtikten sonra nasıl bir önceki eski normale dönebiliriz?  Normalleşme süreci içinde “yeni bir normal” olacak hepimiz için.  Bu süreç, yeni bir normale dönme süreci ne kadar sürecek? O da belli değil.

Bu karanlık tünelden geçerken, ben mesela ki birçok arkadaşım da öyle biliyorum, kelimelerimizi kaybettik sanki. Söyleyecek bir şey yok gibiydi. TV seyrederken o felaketin yüzleri hepimizin zihninden çıkmayacak gibi. Orada o cehennemin içinde olanların şokta olduğunu düşünüyorum. Şokta olmak belki de zihni kilitleyip delirmekten önlüyor insanı. Yani zihnin, ruhun savunma mekanizmalarından biri şok hali olmalı. Her şeyini kaybetmiş insanlar, ailelerini, evlatlarını sevdiklerini, evlerini, eşyalarını. Nasıl delirmiyorlar? İşte şokta olmak ile zihin ve beden korunuyor kanımca.

O çocuklar, o gençler, o yaşlılar…  Hangi TV kanalındaydı şimdi hatırlamıyorum.  Muhabirin enkaz arasında dolaşırken yaptığı hüzünlü röportajlardan biri.  Hem TV seyircilerini hem de kendini kurtarmak istercesine güleç bir kız çocuğuna yönlenmesi. Eğleniyor musun, dedi 9 yaşında olduğunu söyleyen tatlı kızın yüzündeki çocuk sevincine sığınarak. Hepimiz ona sığınıyorduk. Evet dedi tozlu topraklı yüzündeki saçlarını geriye atarak küçük parmakları ile karşısındaki çadırı işaret ederek. Çizgi filmler gösteriliyormuş orada. Röportaj yapan gazeteci arkadaşın yüzüne bulaşan çocuk sevinci ile sanki hepimiz, biz seyredenler nefes aldık gibi olduk. Ancak hemen ardından güzel kız annesine biraz daha sokularak neredeyse yüzünü saklayarak, orada üzgün çocukları eğlendiriyorlar, deyince ben ağlamaya başladım. Zannedersem ana haber bülteni spikeri de. Bu ülkenin üzgün çocukları…Üzgün çocuklarımız.😢

Yine harabeler arasında orta yaşlarında, belki de gençtir bilemiyorum, bu felakette herkes en az on yıl yaşlandı çünkü. Onun da yüzünde ve vücudunda  bir çöküklük, kelimelerinde bir yavaşlık var.  Spiker mikrofon uzatınca bakın dedi siz de bakın. Şöyle bir uzakları göstererek.  Benim çocukluğum gitti gençliğim de gitti. Hiçbir şey kalmadı. Hepsi yerle bir oldu. Bunun karşısında ne diyebilirsiniz?  Ne düşünebilirsiniz? Sadece yutkundum. O kadar.  Zannedersem spiker de öyle yaptı. Ne denir ki?😢

Yaşlı bir amca.  Bütün geçmişini yüzünde taşıyor sanki. Yarım yamalak gülümsemesinde bile geleceği neredeyse yok olmuş gibi umutsuz... Saçı sakalı karışmış. Gözleri zor görünüyor zaten yere bakıyor. Siz neler söyleyeceksiniz, dedi muhabir doğrudan. Ne diyeyim kızım, buna da şükür.  Allah beterinden saklasın dedi öyle sessiz öyle ağlamaklı. Benim gariban amcam. Benim bilge amcam. Yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiş. Ölerek yaşamanın.😢

Bu geçtiğimiz günler herkese bir ders olmalı… ölmek için yaşamamalıyız. Zaten bir gün öleceğiz. Yaşamak için yaşamalı herkes bu ülkede bu dünyada… Bunun yolu için hepimiz mücadele etmeliyiz. Birimiz öldüğünde hepimiz biraz ölüyoruz çünkü.

Biliyor musunuz ben de ancak bugün bir şeyler yazabildim. Çok öfkeli, çok üzgün ve dediğim gibi sanki kelimelerimi kaybettim. Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Tabii ki söylenecek çok şey var. Eksiklerimiz, yanlışlarımız, günahlarımız… Hepsi söylenmeli ki hep birlikte daha güvenli yaşayalım. Çocuklarımız üzgün olmasın.   Depremin pik değerleri hayatlarımızı kırıp geçmesin.

                                                                                                                        Şubat / 2023

 

9 Şubat 2023 Perşembe

ACI DENİZİNDE YÜZMEK

 

             ACI DENİZİNDE YÜZMEK 

Acı deniz olmuş. Dalga dalga bütün ülkeyi kapladı. Elimiz yüzümüz içimiz dışımız acıya bulandık hepimiz. Çok şiddetli ardı ardına iki deprem. Asırlık Antakya Kalesi yıkılmış. Daha ötesi yok. Tarih yerle bir. Binlerce insan enkaz altında. Binlerce ölü çıkarıldı daha da çıkarılacak. Gözyaşları sel. Aileler evler paramparça.  Bu manzara ne anlatılabilir, ne de yazılabilir? Sadece hissettiklerimiz var. İçimizde derinlerden çok derinlerden gelen ah nidaları. Ah! Ah! Sanki bu felaketi başka bir kelime özenle kurulmuş en edebi bir cümle anlatamayacakmış gibi. Anlatamaz zaten. Ah! Ah! Ne oldu böyle? Başka bir cümle başka bir kelime bulamıyorum ben.

Öfke, üzüntü, bağırma, çağırma bu arada olay yerine cansiperane koşturanlar. Toz duman içinde her şey. Kaç arkadaşım kaç meslektaşım sahada. İyi ki böyle iyi insanlar var. Sadece acıyı ekrandan seyredip klavyeleri ile ortak olmayıp bizzat o cehennemim içine girmeye gidiyorlar. O ateşin içine..

Sessizlik. Felaketi görmek en azından bir çare olmak için sessizlik. Enkaz alanlarında istenen kısa süreli bir sessizlik gibi. Bir felaket karşısında önce bir durulur, bir susulur.  Yok, herkes hepimiz çok konuşuyoruz, çok biliyoruz ve aniden kendimizi bu korkunç olayın sorumluluğundan “biz masumuz” diye sıyırmaya çalışıyoruz. Oysa birazcık sessiz olmaya çalışsak daha derinden gelen seslerimizi duyacağız ve daha akıllıca sorgulayacağız. Hiç olmazsa şu felaket şu acı şu yangın biraz olsun şiddeti azalsın. Sahaya koşturamıyorsak en azından yaralarımızı sözle sohbetle gözyaşımızla saralım. Yunanistan’ın Türkiye deprem haberi için  yaptığı klibi  seyrederken hıçkırıklarla ağladım. Yaralarımıza dokunan kardeşliğimizi hissettiren o duygusallık, o bağırtılı ağlamamla sanki beni bir an olsun hafifletti. Ağladım, ağladım. 

bütün iletişim kanallarımız  nefret dolu yalan yanlış iletilerle dolu. (doğrular da olabilir ama böyle zamanlarda  yalan daha çok )  ama nefret hepsinde var. Arada ölüm var arkadaşlar!  birileri can çekişiyor toprak altında. Biraz sessiz olalım. Acıyı duyalım paylaşalım birlikte ağlayalım. Sonra nasıl olsa hesaplar kitaplar açılacak. Gerçi ne yazıktır ki bu korkunç olayın üzerinden kısa bir süre sonra, çok çok eminim, yine her şey unutulacak yine herkes rant peşine, para peşine tüm aç gözlülüğü ile koşturacak. Bunu biliyorum. Çünkü cehalet, ahlaksızlık, kötülük kol kola vermiş geziniyor bu ülkenin topraklarında.

Bütün bunları bilerek şimdilik biraz sessizlik diyorum. En azından felaketi daha derinden hissedelim ki unutmayalım. Lütfen biraz sessiz olun. Çok çok üzücü günlerden geçiyoruz. Ölüyoruz daha ötesi var mı ya? Bir aile olsak ne yaparsınız? ölünüzün başında kavga mı edersiniz?

Bir arkadaşım yazmış iletisinde: “İktidar, yurttaşlarımız, yakınlarımız, arkadaşlarımız ve ruhlarımız göçük altında… geçmiş olsun demek adetten…” diye…

Geçmiş olsun. 

                                                                                                                   Feride Cihan Göktan

                                                                                                                                 9 şubat

 

21 Ocak 2023 Cumartesi

Romantik mi? Robotik mi?

 

Romantik mi?  Robotik mi?

Artık bilgi akışı o kadar hızlı ki nereyi takip edeceğimiz nereyi okuyacağımızı şaşırmış hatta serseme dönmüş vaziyetteyiz. Akış devamlı. Bu hızlı devinimde kürekleri de elden bırakmamak gerek. Yoksa zihin paramparça olacak. Ben bugün ne yaptım?  Bugün iki farklı arkadaşımdan gelen iki farklı iletiyi yazmak için kafamda birleştirdim. Neden? E daha da hızlanmak için . Hem hızlanmak hem de birleştirerek sadeleşmek için.  Neden hibrit teknoloji, hibrit sanat varken hibrit ileti veya hibrit makale olmasın?😂 yaptım  oldu.. 

Şimdi anlatayım: ilk gördüğüm ileti sevgili arkadaşımın bir face iletisi. Bir video paylaşmış.  Üstüne de not düşmüş. 80’li yılların reklamlarından bir örnek diye. Aşağıya alıyorum. Üstünü tıklarsanız mutlaka hatırlayanlarınız vardır. Bir rakı reklamı. (Gerçi TV’de yasak ama isterseniz hatırlamak için hızlıca(!) bakın)

https://www.youtube.com/watch?v=eYgIw9XA4I0

 Rakı ve zamanı birleştirmiş. İki adam uzun uzun edebiyat yapıyor, aşktan bahsediyor, terk edilmişlikten, pişmanlıklardan. Seyredince yuh dedim ne kadar romantikmiş 😂insanlar o zamanlar.  film gibi. uzun uzun film seyreder gibi seyrediyorlarmış. Şimdi olsa sıkıntı basar hepimizi. Hemen kanal değiştiririz.(ben şahsen sıkıldım) Günümüzde reklamların değeri saniyelerle ölçülüyor. Her şey hızlı.⏫ Artık böyle yavaş olma, yavaş seyretme, yavaş konuşma filan yok. Mümkün olduğu kadar hızlı. İnsanlıktan da yavaşça çıkıyoruz haliyle. Robotlaşıyoruz …

işte tam aklımdan bunlar hızlıca geçerken başka bir arkadaşımdan bir vatsup mesaji geldi. Aceleyle 🙃ona da baktım.  

https://www.dailymotion.com/video/x8he4t2

2023 Davos Ekonomi Zirvesi'nden bir sergi. Yapay zekanın muhteşem bir sanat gösterisi. İnsan ruhundan değil makine beyninden çıkan sanat… Romantik ve muhteşem görüntüler. Bilimin zaten hızla robotlaştığını kabullendik. Ama sanat… evet o da. Üstelik bedenimiz ve zihnimiz gittikçe hızlanırken  biz de  gittikçe robotlaşıyoruz. Haliyle romantizm yavaşlıyor hata çoğumuzun hayatından neredeyse çıktı...insan ruhu çoraklaşıyor. zamanla yarışmak da aslında bu. Gittikçe makineleşmek demek. 🤖

             Bu dünya nereye gidiyor arkadaşlar? Hepimiz farkındayız da …😢

            O halde  yine romantizme sığınarak  Adalet Ağaoğlu’na bir gönderme yapalım: 

           “Mademki robotlaşacağız, içelim bari” Bakın bu da hızlı bir reklam sloganı gibi oldu. Kısacık. Ne o öyle uzun uzun. Aşkmış, evlenmekmiş … saçma sapan😂😂😂.

                                                                                                       Feride Cihan Göktan / 2023 ocak