Öfkeli
Babaya Mektup
Babacığım,
Seni çok seviyorum. Sensiz olmaz. Beni bazen dövdüğün oluyordu ama, ben
seni hep sevdim. Bazen dövdüğün zaman içimde bir şeyler oluyordu ama hemen
geçiyordu. Geçen hafta sendeydim Seninle yattım Çünkü seni çok özlemiştim. Beni
asla yalnız bırakma
Oğlun EMRE
Babama;
Babacım seni seviyorum. Bana neler yapsan da seni seveceğim ama sana
kırgınım. Babacım biraz sakin ve sinirlerine hâkim olur musun? Eğer sinirli olursan
hayatındaki herkesi kaybedersin. Beni bile Lütfen senden istediğim sinirli olmaman.
Seni seviyorum.
Kızın ASLI
Aslında babamı hiç sevmiyorum. ONU SEVMİYORUM.
AYŞE
Bu üç mektup gerçek. Babalarına kendi küçücük elleri ve acemi el yazıları ile yazdıkları mektuplar. Orjinal olanlar bende. Sadece isimlerini değiştirerek
yayınlıyorum. Bu mektupları yazan çocukların hepsi on ve on bir
yaşlarında. Anneleri ile babaları ayrılmış çocuklar. Ancak problemleri daha da
derin. Babalarından şiddet görüyorlar. Ayşe, bu yaşında toplumun tüm
öğretilerini hiçe sayarak bir canlı bomba gibi kendini tamamen imha ederek
babasını sevmediğini doğrudan söylemiş. O yaşta bir çocuğun babamı sevmiyorum
demesi, ben dünyayı sevmiyorum, ben hiçbir şeyi hiçbir kimseyi sevmiyorum, ben
kendimi sevmiyorum veya bir başka deyişle ben ölmeliyim, ben aslında yokum demektir. Çok tahripkâr ve çok yıkıcı bir durum. Mektuplarını örneklediğim
diğer ikisi Aslı ve Emre yaralı bereli bir şekilde sevmeye devam ediyor veya öyle
görünüyorlar. Bir uğultuda kaybolmuş çocuklar bunlar. Babalarının öfke
krizlerinde duyguları düşünceleri parçalanmış, un ufak olmuş küçücük kalpler,
küçücük bedenler.
Baba sevgisi, anne sevgisi gibi doğuştan var olan dürtüsel
bir sevgi değildir. En üst düzey beyin faaliyetlerinin oluştuğu adına korteks
dediğimiz beyin kabuğunun ürettiği, sonradan öğrenilen, geliştirilen seçici
bilinçli bir sevgidir. Ve bu sevgidir dünyayı nasıl kavradığımıza, sosyal
ilişkilerimizi nasıl oluşturduğumuza, kendimizi dünyaya göre nasıl
konumlandırdığımıza şekil veren. Anne sevgisi kadar önemli ve gerekli. Babasını
zoraki seven veya sevmeyen çocuklar bütün ağaçları yakılmış, çiçekleri köklenmiş,
nehirleri kurumuş taşlaşmış çorak bir yürekle, hırpani bir ruhla yollarına kör
topal devam eden yarının erişkinleridir.
Babalar çocuklarının hayal kurma güçlerini geliştirirlermiş. Ne müthiş bir şey… Hayal kurma gücü aslında hayat kurma gücüyle orantılı
değil mi? Babasından şiddet gören, sevgi/korku sınırının
aşıldığı o öfke nöbetlerinde o küçük kalpleri korkudan nasıl
da büzüşüyor kim bilir? Hayal balonları ellerinden alınmış ya da
patlatılmış çocuklar, neredeyse yüz yaşını geçmiş hayatın tüm katılığını
hisseden ölüme yakınlaşmış yaşlılar gibidirler. Kaskatı çocuklar.
Franz Kafka babasına hitaben yazdığı “Babaya
Mektup” isimli kitabın yirmi sekizinci .sayfasında bakın ne demiş: “Daima
kaçışı, çoğunlukla da içsel kaçışı düşünen, somurtkan, dikkatsiz, itaatsız
çocuklar olduk. Sen böyle acı çektin, biz böyle çektik”
Kafka’nın edebi değeri en üst düzey anlatımı veya bu
yazının en başındaki gibi dil kuralı bile olmayan en doğal çocuk anlatımları.
İçlerinde ortak bir hüznü barındırıyorlar ki o hüzün KAFKA’NIN sanatsal
anlatısının bile çok ötesinde.
Öfkesini kontrol edemeyen ve şiddete bulaşan insanlar
asla baba olmamalı.
Bugün babalar günü… Çocuklarına gerçek babalık yapanların
babalar günü kutlu olsun.
Feride Cihan Göktan
Not. 1.Bu yazı bir sınıf öğretmeninin Babalar Günü nedeniyle verdiği kompozisyon ödevi nedeniyle yazılmıştır.
2.Bu güzel çocukların mektupları hakkında bilgilerine danıştığım arkadaşlarım Prof.Dr.Erol Özmen'e ve Doç.Dr.Oryal Taşkın'a teşekkür ederim .
…
Elinize,yüreğinize sağlık...
YanıtlaSil