Feci'nin Blogu

31 Mart 2020 Salı

KORONA GÜNLÜKLERİ 10


Korona Günlükleri 10
Dün birkaç arkadaşım telefon etti. Hepsinin morali bozuk ve bu gidişat ne olacak diye telaşlılar. Hele sevgili bir arkadaşımın hıçkırarak ağlamasından ne dediğini bile duyamadım önce. Sakin ol demekle yetindim üç beş kere. Dur, dedim ne oldu? Zannettim ki çok yakınını kaybetti veya kanser teşhisi kondu. Ne oldu diye tekrar ettim telaşe ile.  Sonra anladığım kadarı ile “lütfen güzel bir şeyler söyle” diye tekrar ediyordu. Yine yarım yamalak hıçkırıkları arasında korona kelimesini ayırt edebildim. Bu kelimeyi hepimiz artık fısıldama ile veya sadece tek hecesini duyarak şıp diye anlarız zaten. Biraz sakinleşince başladık konuşmaya. Dediği şu: Çok korkuyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum artık. Evi günde üç posta temizliyorum. Dışarıdan gelen her şeyi yıkıyorum. Kafayı yemek üzereyim. Eşyalarımı filan hazırladım hastaneye kalkarsam diye. Her yerden ölüm haberleri geliyor. Daha yaşamak istiyorum. İki tane çocuğum var benim. Gidip BT mi çektireyim? Testler sonuç vermiyor diyorlar. Ne olursun bana bir yol göster!
-Dur, dedim önce bir sakin ol.  Şimdi senin bir şikayetin var mı onu söyle.
-Nefes alamıyorum.
-Nasıl yani, dedim. Bak telefonla konuşuyoruz, hıçkırıklarla ağlıyorsun, nasıl nefes alamıyorsun?
-Öyle değil ya, içimde bir sıkıntı, nefesim daralıyor sanki.
-O psikolojik, dedim. Ateşin de yok. Sigara içtiğin için arada sıra da öksürüyorsun.. Sen önce sigarayı kes.😠
               Gerçekten iş çığırından çıktı gibi. Bir karikatürist arkadaşım için caps yazıyorum. Bu  korona  hazretleri piyasaya yeni çıktığında, bu  virüs dünyanın çivisini yeniden yerine takacak  diye  yazmıştım.  Neredeee?😱 Valla çivi tamamen kayboldu. Herkes, bütün dünya telefondaki arkadaşım gibi çıldırdı. Hepimiz bir baskı içindeyiz. Vaka sayıları artıyor! Devamlı artıyor!  Fatih Terim hastanede. Prens Charles karantinada. Ölü sayısı binlere vardı. İtalya’da boş tabutlar hazır bekliyormuş. Bizim camilerimizde salalar veriliyor.
Gerçekten bir korku tünelinden geçiyoruz ve  herkes bir felaket tellalı 👺 Bir kere şunu söyleyeyim. Artan vaka sayısı. O devamlı yükselen çizgi…Herkesin birbirine  dehşetle sorduğu, pik ne zaman olacak? Uğursuz  çizgi devamlı yükseliyor ekranda. Şimdi dikkat ediniz lütfen: O vaka sayısı diye belirtilen sayılara  test pozitif insanlar da dahil. Sadece hastaların sayısı değil. Test yapılıyor ve pozitif çıkıyor. Test yapıldıkça pozitif çıkma olasılığı artar. Test pozitif o anda hasta veya değil (daha önce karşılaşmış)veya belirtisiz geçiren  hasta  demektir. Bunların toplamı vaka sayısı diye yazılıyor. Türkiye’de Mart 11 de ilk vaka yakalandı. Hiç olur mu? İlk fark edildi demek daha doğru. Ben yakın çevremden biliyorum çoğumuz bu Koronayı geçirdik veya tanıştık. Yani şimdi test yaptırabilsek çoğumuzun pozitif çıkar. Yani bu kadar artan vaka sayısına test pozitifler dâhil. Ve gittikçe de artacak. İyi ki de artacak. O zaman toplum olarak bağışıklığımız yükselecek. Bulaşıcılık hızı azalacak. Fatih Terim veya Prens Charles.  Sadece testleri pozitif belki de Korona’ya ait  gripal enfeksiyonları var. Bir hafta sonra düzelecekler.  Hafif gripal enfeksiyon veya kas ağrıları. Belki de 38 derece ateş.  Yani hepimizin geçirdiği soğuk algınlığı gibi. Ama televizyona ve sosyal medyaya bakarsak onlar ölümden döndü bizler de  koronadan öleceğiz.😂
Neyse, arkadaşımla biraz sohbet ettikten sonra rahatladı gibi. Ağlaması kesildi. Hatta espri bile yaptı;
 “Eve girdik de bakalım nasıl çıkacağız. Şişman ve saçı başı uzamış mağara kadınları gibi.”🤣🤣🤣
Hadi dedim kendine iyi bak. Delirme. TV'yi çok seyretme. Sosyal medyaya da  çok güvenme. Bu günler geçecek.
#evdekaltürkiye     #gülümsetürkiye
                                                                                                                                                                  

                                                                                                       Feride Cihan Göktan
                                                                                            31.3.2020


  

29 Mart 2020 Pazar

KORANA GÜNLÜKLERİ 9


korona günlükleri 9

şu dünyanın haline bak
şu dünyanın düzenine bak
hop tiri lilay lay * lay lay lilay lom
Cumartesi günü saat 12.00. Caddenin tarihinde görmediği kadar sessizleşmiş ve boşalmış halini doldurmak istercesine sağa sola yalpalayarak ve alabildiğine bağırarak “şu dünyanın haline bak şu dünyanın düzenine bak hop tiri lilay lay lay lilay lom" diyerek yürüyordu. Ne yüzünde maske ne eldiven ne ayakkabısı vardı. Zengin mahallesinin bu virüs sessizliğini, akli dengesinin yerinde olup olmadığı belli olmayan bu genç bağıra bağıra şarkı söyleyerek yırtıyordu. Caddenin her iki tarafına tozlanmış köhneleşmiş milyonluk arabalar sıralanmışlardı. O yürüyordu. Hiç savunmasız olarak dünyanın içinden geçiyordu. Evsiz ve ayakkabısız. Büyük ihtimal virüsler bütün vücuduna ağzına burnuna bulaşmıştı. O yürümeye davam ediyordu. Dünya umurunda değil. Dünya da onu hiç umursamıyor zaten. Evsiz, barksız ve virüslü.


Televizyonda bir reklam akıyor. Telekom reklamı. Ekranı kaplayan kocaman bir ev, muhteşem perdeler, duvarlarda tablolar ve güzel renkler… Ortasında gençten zayıfça bir adam “evde kalın” diyor. Benim gibi evinizde kalın. Evde Kal Türkiye. Bu tanımadığım adam kim yahu diye araştırıyorum: Üç beş dizi çevirmiş evinde uyuşturucu ile yakalanmış bir dizi oyuncusu. Her bir dizisi için dudak uçuklatacak paralar alıyormuş. Evinde güvenle kalıyor. Dünya onu koruyor. O da dünyayı koruyor.

Emekli bir doktor kaç para alıyor biliyor musunuz? Hani bu günlerde sabah akşam çalışan hayatlarını tehlikeye atarak çalışan, yıllarını bu mesleğin içinde eritmiş doktorlar emekli olunca aylıkları ne kadar? 2020’de (üç aydan beri ) sekiz bin lira alıyorlar.O da daha çok yeni.

Virus konusunda uzman İspanyol bir doktor aynen şöyle demiş: "Bir futbolcuya ayda bir milyon avro maaş veriyorsunuz. Bir araştırmacı hekime ise ayda aylık 1300 avro.
Korona virüsüne karşı ilaç bulması için hadi şimdi Ronaldo’ya gidin.." (ekşi sözlük alıntı)


Ronaldo… İlah Ronaldo!. Dünyanın bütün hemşirelerinin doktorlarının aylığını toplasak herhalde Ronaldo’nun dişinin kavuğuna sığmaz.

Yıldız İlhan’ın Face iletisini aynen yazıyorum:
dün akşam bir dostum sokakta yağmurda yatan adam için 155'i aramış, 112'yi ara denmiş, 112 ise 184'ü.
hepsini sırayla aramış elbet, sonuç olarak 184, 155 demiş
155 de sarhoşsa zaten almayız deyip, kapamış.
adam, sarhoş muydu bilen yok
üç haneli numaralar arasında kayıbız, duyarlı vatandaşlık da neymiş, kalbinizin kırıldığıyla, çaresizliğinizle, adam yerine konulmamışlıkla baş başasınız.
korona mı dediniz, hay allah, saf mısınız siz"  


Herkesin virüs korkusuyla boşalttığı caddeden geçen ses daha da yükselerek yankılanıyordu kulaklarımda şimdi;

“Şu dünyanın düzenine bak.
Şu dünyanın haline bak
Hop tiri lilay lay lay lay lilay lom”

Ben de Yıldız Hanım'ın cümlesiyle yazıyı bitireyim bari.
“korona mı dediniz, hay Allah, saf mısınız siz?”.😀

                                                                                                                Feride Cihan Göktan  
                                                                                                                 29/3/2020

27 Mart 2020 Cuma

KORONA GÜNLÜKLERİ 8

Korona Günlükleri 8
Küçük ekrandaki genç sarışın kadın pürüzsüz yüz makyajı ve özenle boyanmış dudakları ile hiç uyuşmayan, o güzel ağzına hiç yakışmayan karanlık ve çirkin şeyler söylüyor durmaksızın “Ölü sayısı giderek artıyor. Dün itibarı ile ölü sayısı en yüksek seviyeye ulaştı. Ölü sayısı,  ölü sayısı.”  Milyarlarca insan evlerindeki milyarlarca ekrandan sabahtan akşama bunu seyrediyorlar. Kadının parlak sarı saçları,  ardı ardına ısrarla bıkmadan usanmadan söylediği ölüm haberleri ile birlikte,  gittikçe Medusa’nın binlerce yılanlı saçlarına dönüşüyor ve o çirkinleşmiş ağzı ile devam ediyor. "Yapılan analizlere göre korona virüsünün gelecek 4 ay içinde ABD'de yaklaşık sekiz bin, dünyada beş yüz bin kişinin canını alacağı tahmin ediliyor "  
 Bu görüntü, ekrandaki güzel bir kadının ağzından devamlı ölü sayısının güncellenmesi, ancak distopik bir eserin ilk sahnesi olabilirdi.  Küçük bir virüsün bütün dünyayı rehin aldığı, herkesi evine kapattığı, gözüne kestirdiklerini acımadan nefessiz bırakarak öldürdüğü ve öldürmeye devam edeceği haberi. Hepimiz küçücük mini minnacık göremediğimiz bir canlının boyunduruğu altına girdik. Dehşet saçıyor, huzur evlerinde insanlar ölü bulunuyor, sokağa çıkma yasakları. Dünyayı gözaltına aldı işte.  Büyük Gözaltı 2020.  Yaşadığımız gerçek tam da bu. Ekrandaki kadın gerçek.  Gözaltındakilerin hepsi gerçek. İnanmıyorsanız kendinizi bir kere çimdirin. Bütün bu olan bitenler! İnanılacak gibi değil gerçekten!
Ve bugün Dünya Tiyatrolar Günü. Virüsün hakimiyeti nedeniyle perdeler kapalı. Bizler evlerimizde korkudan bir köşeye sinmiş ve daha neler olacak diye ekrandaki Medusaları izlerken yine de yine de aklımızda kalan o perdelerin büyülü ışığı hayatımıza sızıyor. Kırmızı kadifeden kıvrımlı dalga dalga inen ve  başka bir dünyaya açılan perdeler. Güzel şeyler gösteren, özgürlüklerimizi yaşatan, daha güzel bir dünyanın yollarını gösteren o sahneler! O replikler!  Kendimizi içinde hissettiğimiz elimiz uzatırsak dokunabileceğimiz kadar yakın kendi hayatlarımız. Özlediğimiz. İçinde olmak istediğimiz hayatlarımız. Umutlarımız. Bugün Korona adındaki o faşist diktatör tarafından perdeler kapalı. Ama yine de o kalın kırmızı kadife perdelerin aralığından incecik de olsa dışarıya, hayatımıza ışığı sızıyor. Köşede koltuğumun üstene kıvrılmış yatan kedimin huzurlu huzurlu mırıldanmasını duyuyorum. Bu büyülü kırmızı ışığı  o da görüyor olmalı diye düşünüyorum. 
Bu yazıyı 2020 Dünya tiyatrolar günü bildirisinin bir bölümü ile kapatmak istiyorum.Aşağı da linki de var. Tümünü okuyun. Çok güzel 

Savaşların, çatışmaların, baskıcı düzenlerin, yırtıcı kapitalizmin hüküm sürdüğü,
Doğanın katledildiği,
Kadınların ezilip öldürüldüğü,
Hukukun adaletin yok sayıldığı,
Sınırlarda çocukların solduğu,
En büyük acıları en masumların yaşadığı bir zaman diliminden geçiyor dünya.
İşte bunun için,
İçinde yaşadığımız zamanı utandırmak, bu utanca ortak olmamak için,
Barışı öksüz bırakmamak,
Umutlarımızı yeşertmek için,
Sansüre, engellere, yasaklara, yokluklara karşı tiyatronun yeniden ve daha cesaretle var olduğunu göstermek için,
Kilit altına alınamayan sözcüklerle, şarkılarla, dansla, ışıkla, renkle
Yeniden buluşacağız
Birlikte olacağız
Siz ve biz
Yani tiyatro.

 Bildirinin tümünü aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz.
Yaşasın Tiyatro. Tiyatro yaşayacak.                                                            
                                                                                                                   Feride Cihan Göktan                                                                                                                                     27 mart 2020 

KORANA GÜNLÜKLERİ 7


            Korona Günlükleri 7   
            Panik ve kaos. Hep birbirinin katalizörü gibidir. Kaos arttıkça panik, panik arttıkça kaos artıyor. Bu duygusal tepki haliyle akılcı düşünmenin de yolunu kapıyor zaman zaman. Kafalar karışık. Tedirginlik hat safhada. Televizyonlarda korona ölüm sayıları. İnsanlar ekran karşısında donmuş bir şekilde dünyanın kâbusunu seyrediyorlar. Üstelik kendileri de bu kâbusun içinde. Kâbus kâbus içinde. Böyle bir durum yaşıyoruz.
Herkes  kendini koronalı hissettiği için  hastanelere  akış hızlanıyor hali ile: Korona mıyım? Ölecek miyim?😨
Hastanelerin  önünde triyaj çadırları kuruldu. Gelen her hasta burada bir sorgulama ve ve fizik muayeneden geçiyor. Bu bölümden sonra “olası vakalar” acil servise kabul ediliyor önce. Bu olası vaka ne??? Hangi vaka olası??? Bence burada dananın kuyruğu kopmaya başlıyor. Sağlık Bakanlığı’nın  neredeyse on günde bir güncellenen  en son  25 mart güncellemesinde “olası vaka” tanımlamasına bir D şıkkı eklenmiş. (Ani başlangıçlı ateş ile birlikte öksürük veya nefes darlığı olması ve burun akıntısı olmaması). İyi de ateşin derecesi ne? (37  sonrası ateştir.) öksürük derecesi ne?( hepimiz ara sıra öksürüyoruz. Bugünlerde her öksüren korona mıyım diyor zaten. Solunum zorluğu bazen psikolojik olarak da sık rastladığımız bir bulgu. Bunların hepsi birlikte olması da ne kadar aranıyor? Ateşsiz de olur olabilir diye birçok hastanın "olası" kabul edildiğini biliyorum. Tamam, buraya kadar belki güvenlik sınırlarını genişleterek tedbirli davranmak adına, şikayeti olan herkesi korona kabul edebiliriz. Tamam. Ama işte bundan sonra dananın kuyruğu tamamıyla koptu. Rehbere göre bu olası hastalara test yapmak gerekiyor. Rehber öyle diyor.. Literatür test test test dediği halde test  ne yazık ki en azından şimdilik yapılamıyor. Olası olguların hepsine Bilgisyarlı Tomografi(BT) isteniyor. BT de tanımlayıcı görüntüler dışında net olarak söylenmesi imkansız çok sayıda vaka görüntüleri mevcut. Hastaları yönlendirmek için BT’nin karar verici olması için zorlanıyoruz. Bu kabul edilemez bence. BT tanıyı kesinleştirici bir yöntem değildir. Bu korona illetinde klinik ve  test ile birlikte tanı koydurucu olabilir. Klinik tanının bu kadar geniş olduğu (neredeyse her hasta korona olabilir gibi bakılıyor bugünlerde) bir hastalıkta BT tek başına nasıl tanıyı koyabilir? Hepimiz bütün hekim arkadaşlar bu duruma teslim olmamalıyız.  Test Test Test .
İnşallah şu hızlı test dedikleri biran önce dolaşıma girer de bu panik ve kaos biraz hafifler. Gerçi o zaman da yeni sorular yeni tedirginlikler olacak kuvvetli olasılıkla.
Nereden bulaştı dünya bu Korona virüsüne ya ???  😥

25 Mart 2020 Çarşamba

KORONA GÜNLÜKLERİ 6


korona günlükleri 6
Televizyonlarda bağırıp duruyorlar, evinize girin, virüs kol geziyor, dışarı çıkarsan öleceksin. Bir yandan  sokak bağırıyor: Dışarı çık. Havayı içine çek, güneşin kızıllığının karıştığı kelebek hafifliğindeki havayı içine çek. Bak, üzerinde cıvıldayan kuşlarımla dolu dallarımı  balkonuna kadar  uzatıyorum. Hadi, diyor. Gel, gel, acele et. Kadın ölüm ve hayat arasında. Dışarı çıkarsa virüs, belki de ölüm, evde kalırsa yaşayacak. Yok, bunda bir terslik olmalı.  Tam tersi olmalı aslında. Güneş, bulutlar, deniz, ay, yağmur… Hepsi dışarıda…  
Kadın evde. Takvimden kaç gün kaç ay kaç yıl geçtiğini bilemiyor. Virüsün hala sokakta olup olmadığını da.. Ama bildiği bi şey var. Balkonuna dallarını uzatmış ağacın olduğunu ve  güneşin her gün usulca uçuşan kelebekleri ile battığını biliyor.  Bir de penceresinden her gün gördüğü o caddeden hayatının yavaşça geçmekte olduğunu.  Odasındaki televizyona bakıyor.  Ne kadar zamandır bakıyor bilmiyor o cam ekrana. Bir gün mü, bir yıl mı, yirmi yıl mı? Kaç gün? Kaç ay?  Kaç yıl? Bilmiyor.
Bir gün… Bir gün… Ürkek  adımlarla yavaşça dışarıya süzülüyor. Amerikan filmlerinde gördüğü kovboy kasabası sessizliğinde caddeler. Evinin kapısı önündeki ıhlamur ağacının  tomurcuklanmış  dallarına bakıyor. Cemreyi arıyor gözleri. Buralarda bir yerlere düşmüş olmalı.Sonra boş caddeye bakıyor uzun uzun. Üzerinde akan hayatlara.  Kendi hayatını ayırt etmeye çalıyor o akanların içerisinden. Ayırt edemiyor. Sessiz sessiz akıp gidiyorlar birbirlerine dolanarak. Hiç hareketsiz  ve usulca…
Karşıdan yaşlı bir adam geliyor o sırada. Başka kimse yok zaten.  Tanıdık bir yüz. Eski bir arkadaşı. Ama bu adam çok yaşlı.   Arkadaşından, o bildiği yüzden, o bildiği bedenden çok yaşlı.  En az yirmi yıl yaşlı.Yok, olamaz diyor o kadar zaman geçmiş olamaz. Yoksa geçti mi? Yok, olamaz.  Olabilir mi? Zamanı bilemiyor çünkü. Bir virüs gelmişti dünyaya ve zaman durmuştu. Tekrar bakıyor boş caddeden geçen hayatlara.  Bu adam arkadaşı mı bilemiyor? Bakışıyorlar ve birbirlerinin yanından geçip gidiyorlar.
Kedi pencerenin içinde. Perdenin bir köşesinden dışarıyı seyrediyor.  Perdeler bembeyaz.  Kedi simsiyah.  Ev tertemiz. Tüyleri de çok bakımlı.  Güneş camın ardından vurduğunda uzun tüylerinin arasından ışıklar saçılıyor. Bu sırada tuhaf sesler çıkarmaya başlıyor aniden. Kedi camın arkasından, perde aralığından başını yukarı kaldırmış, çenesini titreterek  gırtlağından  kesik kesik  ritmik heyecanlı  (ekekekek gibi bir ses) çıkararak karşıdaki evin duvarına dikkatle  bakıyor. Karşıdaki duvara düşmüş bir kuş gölgesine çıkarıyor bu tuhaf sesleri kendinden geçercesine. Kuş uçuyor. Gölge yok oluyor. Kedi camda.  
Kadın ve kedisi… Hayatları dışarıda akıp gidiyordu. Onlar camın gerisinde.
                                                                                                           Feride Cihan Göktan
                                                                                                            24.3. 2020


23 Mart 2020 Pazartesi

KORONA GÜNLÜKLERİ 5


              Korona Günlükleri 5
             
Her geçen gün daha bir ıssızlaşıyor hastane. Bugün daha ıssız ama daha tedirgin duruyor boş koridorlar. Kantin kapalı. Etrafta koşturan çocuklar, bağıran kadınlar, eli bastonlu merdivenlerden çıkmaya çalışan amcalar yok.  Zaten her gün çıktığımız merdivenler de yok artık. Korona tedbiri nedeniyle başka bir yerden giriyoruz hastaneye. Maskelerimiz ve mesafelerimiz. En önemli iki şey. Ha bir de temizlik. Devamlı ya etraf temizleniyor ya da kendimi elimi yıkarken buluyorum. Bütün bu temizlik, maskeler ve mesafelerin arasına oturan kocaman bir şey var: belirsizlik. İki kişi veya üç kişi konuşurken işte o belirsizliğin tedirginliği çevremizi sarıyor ve hale hale yayılıyor. Ne olacak? Bu durum ne kadar böyle devam edecek? Kucağında bir çocukla gelmiş kadıncağızı tersliyorum: Ya ne işin var kucağında bu çocukla? Çocuk da kucakta fıldır fıldır bakınıyor. Kadın şaşkın. Kadın  korkak. “beni buraya yolladılar” diyor ve sonra bakıyor etraf hiç normal değil, hastaların oturdukları banklar kaldırılmış, tomografinin kapısı asla olmayacak kadar sakin hatta boş. Görevlinin biri kazırcasına yerleri fırçalıyor. O sırada hem ben hem yanımdaki personel kucağında fıldır fıldır bakan bir çocuk olan kadına ters ters bakmaya devam ediyoruz. Kadıncağız yanlış yerde olduğuna zaten kendisi karar verip cümlesini bitirmeden gerisin geri dönüp gidiyor. Koronalı daha doğrusu korona şüpheli hastaların etrafında kamuflajlı personel heyecanla tetkike giriyor çıkıyorlar. BU arada trafik kazaları yoğun bakım hastaları var karşı kapıda. Tuhaf bir yer bu hastaneler. Yaşam, ölüm, hastalık, iyilik. hüzün sevinç. Hiçbir yerde olmadığı kadar yakın bazen iç içe… Tuhaf bir yer. Bu koronalı günlerde daha da bir tuhaf oldu. Sanki uzakta sotelenmiş başında kasketi yüzü biraz karanlıkta kalmış iyice sessiz sedasız öylece duran bir adamın belli belirsiz silueti gibi. Bugünlerde hastane böyle bir yer.
Yardımcı personel ve hekim arkadaşlarım tedirgin ve yorgunlar. Akşamüstü ayrılırken durup bir şeyler sorduğum teknisyenin sesinin titrediğini duyunca, ne oldu bir şeye mi üzüldün, der demez  aniden ağlama moduna geçen yüz ifadesi ve bakışıyla o kadar yürek parçalayıcıydı ki.  Dur dedim ağlama, bi kere neye ağlıyorsun? Bir şey mi oldu ki? Yok, hocam dedi bir şey olmadı. Neye ağladığımı ben de bilmiyorum. Stres, belirsizlik korkusu, uzayan çalışma saatleri,  eve virüs götürme stresi, büyük ihtimal evde bebeği var belki de yaşlı annesi. Bu korona günlerinin gri koyulaşmış bulutları bazılarımızın  üstünde daha bir yoğunlaşıyor zaman zaman yer değiştirerek.
Bu gittikçe  kararan bulutların altında oraya buraya telaşe ile koşan sağlık ekibi. Hastalar hiç sevk zinciri olmadan istedikleri gibi geliyorlar.  Ana Çocuk Sağlığında görevli olduğunu söyleyen bir face arkadaşım aslında önce bizim bir kontrolümüzden geçmesi gerek bakanlık da bunu istiyor zaten diyor diğer biri bizim hiçbir alakamız yok biz normal çocuk normal gebe taraması yaparız diyor.(orada bir çelişki bir belirsizlik var) Hastalar önce acil servise gidecek diyor bir başkası. Yani hafif bir öksürüğü az bir ateşi olan yurt dışına çıkmış biri acile mi başvuracak? (hastanın acil bir durumu yok ki !) Orada da bir belirsizlik var. Bugün fakülte hastanesi ve şehir hastanelerine yığılmış bir hasta grubu var. Elenmemiş ayrılmamış belirsiz bir grup.  Test aktif olarak yapılmıyor.  Neredeyse biraz öksüren tıksıran 37 derece ateşi olan her hastaya BT yapıyoruz.  Maliyet, yorgunluk, yoğunluk gereğinden çok fazla… Bu arada diğer bakılması mecburi hastalar var.
 TV ‘de Ahmet Hakan programı yönetiyor. İki gazeteci soruyor. Allah’ım ne kadar cahilce sorular! Bu arada uzman hekimler birbiriyle kavga ediyor. Biri bu hastalıkta ölüm oranları çok çok az diyor. 40 yaşından önce başka bir hastalığı olmayan biri geçirebilir ve ona bir şey olmaz, iyileşir. Ki  bence de bu doğru. Diğer hoca “ya nasıl böyle kesin söylersiniz? Ölebilir de diyor.  E canım herkes her zaman ölebilir. Ama bu hastalık da tecrübeler gösteriyor yüzde 1,3 ölüm hızı var ortalama  ve bunlar çoğunlukla yaşlı ve bağışıklık problemi olan hastalar. Ama işte  TV’ye çıkmış iki uzman hekim daha  bu konuda anlaşamıyor. Belirsizlik…
Belirsizlik diz boyu. Üstümüzde Koronanın ağırlaşmış  koyu bulutları. Hepimiz yorgun argın yol almaya çalışıyoruz. Teknisyen arkadaşım sebebini bilemeden hüngür hüngür ağlıyor.
Defol Git KORONA!
                                                                                                            feride cihan göktan                                                                                                                          
..                                                                                                                   23/ 3/ 2020 
 not.1. foto :Ayçin Gür tarafından çekilmiştir.

22 Mart 2020 Pazar

CORONA GÜNLÜKLERİ 4



  Korona Konuşmaları (yarı kurgusal deneme)
- Bir aşk hikayesinin içinde olmadan ölüp gideceğiz ya! Valla bi bundan korkuyorum, dediğini duyar gibi oldum yanımdan hızla geçen genç kadının telefonuyla konuşurken. Ya da yarım yamalak duyduğum kelimelerin arasını tamamlayıp bu cümleyi kafadan uydurdum. Olabilir. Buna sebep de corona. Çünkü konuştuğumuz her şeyde o var. Mutlaka  o üzgün sesiyle coronayı kast ediyordu. Zaten gittikçe yalnızlaşan insan şimdilerde bir de corona ile karşılaştı. Herkesi birbirinden ayıran bi şey. İyice ıssız artık etrafımız. Ayrıca iki metre mesafeyi koruyarak nasıl bir aşk hikayesinin içinde olabilirsin ki? Kız haklı.  Üstelik sadece metre olarak değil bazen de ruhsal olarak ayırıyor insanları.  Mesela üst kat komşum corona nedeniyle üç ündür ev karantinasında. Bugün ev patladı. Hem de ne patlama. Kırk yıllık evli her gün el ele kol kola gördüğüm karı koca bir kavga bir kavga ettiler ki… İçinde bıktımlar, Allah seni kahretsinler, defollar,  hepsi var. Ruhları paramparça duvarlara yapıştı kaldı. işin kötüsü o en son –çat- sesi de yok. Kapıyı çarpıp çıkamıyor kimse dışarıya. Korona var.
Kavga edenlere değil de en çok aşk hikayesinin içinde olmadan hayatını kaybetmekten korkan kızcağıza üzüldüm. Hayatını coronadan kaybetmesi zor da( genç ve sağlıklı görünüyordu) ama bir aşk hikayesi yaşamadan geçebilir bu dünyadan. Korona sayesinde sadece tele ile birbirimize bağlanmayı öğrenmekten öte benimsedik. Yeni bir dünya şekilleniyor.  Mesela şu an çocuklar yakın mesafenin veya öpme fiilinin hastalık bulaştırdığına inanıyorlar kendi annelerinden babalarından bile kaçıyorlar. Bebekler eskisi gibi öpülmüyor. Bu içgüdüsel dürtülerimiz yavaş yavaş zaten evrim bu demek, yavaşça değişiyor. Daha robotik, daha tek başına.
Bir başka çocuk annesine – ya o elmaları sirkeli sirkeli yemem ben diye ağlıyordu. Annesi de oğlunun kolundan çekiştirerek bir yandan da mecbur yiyeceksin yoksa ölürsün diyordu ya da dediğim gibi duyduğum iki kelimeyi corona nedeniyle kafadan birleştirdim. Çünkü her şey corona bu günlerde. Sirkeli, yüz defa yıkanmış tatsız tutsuz üstelik korku dolu yenen bir elma. Hayalimde iştahla üstünün havını şöyle bir el ile ovarak yediğimiz sulu kırmızı elmalar… Çocuğa acıyorum haliyle. Neredeyse klorağa batırıp da yiyeceğiz o plastik gibi elmaları.
Hiçbir yere dokunma, dedi kadın öfkeyle yanındaki adama. Nereye dokunursak arkadan elimizi yıkıyoruz defalarca. İki elime baktım vallahi kupkuru olmuş yıkamaktan. Krem filan fayda etmiyor. Hem dokunmamaya gayret ediyorsun hem de ha bire yıkıyorsun. Bütün dokunma sinirlerimiz yakında felç olacak.  
Duyduklarımız var bir de. Onların da hangisi doğru hangisi yalan hiç birimiz bilemeyiz. Bu korona meselesi bir komplo mudur? Bu virüs gerçek midir? Üretilmiş midir? Aşısı var mıdır,  saklanıyor mudur?
Duyduklarımız, gördüklerimiz, yediklerimiz, aşklarımız gerçek midir, gerçek dışı mıdır?
Peki ya biz biz ne kadar gerçeğiz? Bir virüsün hatırlattığı gerçekliğimiz.  

21 Mart 2020 Cumartesi

KORONA GÜNLÜKLERİ 3


Korona günlükleri 3
Valla bugünün en önemli konusu bence şu alkışlar. Alkışlar. Dün gece saat 9'da  hiç yerimden kalkmadan  duydum  alkış seslerini, ıslıkları, tezahüratları. Gırla gitti. Doktorlarımız. Sevgili doktorlarımız. İyi ki varsınız. Siz olmasanız biz ne yapardık.  Biz evlerimizde popolarımızı devirip Tv seyrederken çayımızı kahvemizi içerken sizler hastanelerde görev başında. Sizi çok seviyoruz. Sizi ne kadar çok seviyormuşuz meğer.
 E, peki herkes bizi seviyor, bize saygı duyuyor anladık da bizler neden daha bir hafta önce Beyaz  Yürüyüşü yapacaktık? 17 Nisana kadar eylemler vardı. Herhalde şizofren değiliz. Bir hafta öncesi farklıydı her şey. Bizden nefret ediyordunuz. Bu virüs geldi durdurdu. Bence sizler virüsü alkışlayın ki geldi de doktorlar bir süre için “yetti artık” demeyi ertelediler. Daha on gün öncesine kadar gece yarıları uykusuz uykusuz soluk beniziyle  ile çişinizi kakanızı kontrol eden genç hemşireleri dövüyor dunuz? Hastalıklarınızı tedavi etmek için ömrünü okuyarak çalışarak sabahlara kadar uykusuz kalarak geçiren doktorları dövüyor hatta öldürdükleriniz oldu. Valla kulaklarımla duydum “bunları dövmekle haklı insanlar, arada bir dayak istiyorlar” dediğinizi. Kulaklarımla duydum. Hatta basının kelli felli okumuş dokumuş köşe yazarları “TTB’yi kapatmak lazım” “Pislik bunlar” filan diyordu.  Ne oldu şimdi ? Ne oldu da bir hafta içinde saygı duruşuna geçtiniz?
Tabii ki bunları yazarken ve içinden daha neler neler söylerken gerçekten bütün samimiyetiyle doktorlarını seven, onları takdir eden arkadaşlarımı yakınlarımı ve benzer düşüncedeki vatandaşları tenzih ediyorum. Mesela geçenlerde hastanede merdivenden inerken karşımdan gelip ellerime sarılan yaşlı teyzenin bütün samimiyetiyle, iyi ki varsınız, iyi ki varsınız dediğini unutabilir miyim? Meme kanseri tedavisindeki başka bir hastanın ameliyatını yapmış cerrah arkadaşım için benim için bir Allah, bir de doktor bey var. Öl dese ölürüm dediğini.  Bu hassasiyetteki insanlar zaten hayatın akışını biliyorlar. Hayatın bu acımasız akışında doktorlarının önemini. Hayat ile ölüm arasındaki o insanların değerini.
Aslında o doktorları ve sağlık personeline düşman olan, dediğim gibi hayatın akışındaki o ince çizgiyi görmemiş olanlar bu öfkelerinin nedenlerini oturup bir düşünseler yanlış olduklarını anlayacaklar. Sağlıkta dönüşümün geldiği noktanın hasta /doktor düşmanlığı olduğunu. Hatta bir şey daha söyleyeyim doktor/doktor düşmanlığı ve hatta sağlık personeli/doktor düşmanlığı. Sonuç olarak herkes birbiri ile kavgalı. Sağlığın eşitsizlik üzerine kişisel performans ve prim sistemine dönüştüğü ve bütün personelin hastaya değil hasta sayısına odaklandığı bir sistemden söz ediyoruz. Her türlü karmaşıklığın her türlü yolsuzluğun, haksızlığın, belirsizliğin olduğu bir sağlık sistemi.  Sadece parasal girdiye dayanan. Bütün her şeyi,  hastaları, doktorları ve hemşireleri nesne olarak gören bir sağlık sistemi. Ama işte Corona virüsü hiçbirimizin birer nesne olmadığını  bütün dünyayı sarsarak, sağlık sistemlerini sarsarak  anlatıyor. Daha doğrusu insanın insan olduğunu hatırlatıyor hem de korku salarak.
Bu alkış meselesi yalnız Türkiye’de değil bir hafta öncesinden İtalya’da , Belçika’da ve bugün İspanya’da da var. Bütün Avrupa doktorlarını alkışlıyor. Korku dolu oldukları için. Yaşam ve ölümün çizgisine geldikleri için.
Saat 21.00’de Türkiye sağlıkçılarını yine alkışlayacak.  Corona günlerinin alkışları. İyi savaşıyorsunuz, güzel savaşın diye. Ben yine oturduğum yerden duyacağım seslerini . Bunları arada bir dövmek lazım, diyen o yaşlı teyzenin sesi de kulaklarımda.😥
                                                                                          Feride Cihan  Göktan / 21 mart /2020

20 Mart 2020 Cuma

KORONA GÜNLÜKLERİ 2


Hayat durdu. Nasıl bir şey bu? Demek ki kitleler şu ölüm tehlikesini içselleştirince böyle oluyor. Böyle bir korkunun getirdiği bu seferberlik neden acaba bir trafik canavarına karşı olamıyor diye düşünüyorum sabahtan beri. Öyle ya BM verilerine göre her 24 saniyede 1 kişi yolda hayatını kaybediyor diye okuyoruz. Üstelik hepimiz bu canavarın ağzının içindeyiz. Yine de hiç umursamadan trafik akıp gidiyor ölümleri ile birlikte.
Ancak  Korona,  korku ile eş anlamlı oldu gibi. Bu korku pompası ile aklımızı yitireceğiz diye korkuyorum bazen etrafta olan biteni görünce. Bilmediğimiz bir düşman ölüm saçıyor diye şartlandı herkes. Aslında öyle değil. Daha farklı detaylar var. Tabii ki bunlar benim düşündüklerim ve illaki söylemek istediklerim. Çünkü mesela kız kardeşime anlatamıyorum beni hiç dinlemiyor. Buradan yazayım da belki okur ve o da düşünür. Okullar kapanınca evine girdi ve artık kesinlikle dışarı çıkmıyor. Geçen gün yaş günü dolayısıyla, e ne yapacağız senin yaş gününde? Hadi bana gel veya ben sana geleyim dedim normal olarak. Kesinlikle hayır ben hiç kimseyle görüşmek istemiyorum. Hele seninle hiç, diye cevap vermez mi? Ya kızım bu kadar korkacak bi şey yok dedim ama dinletemiyorum. Yalnız o değil hastanedeki sekreter arkadaşlar, hocam ne kadar rahatsınız böyle? Siz korkmuyor musunuz diye beni geçen gün sorguya çektiler.🤔 Valla ben delireceğim dedi . Evde eşimle odaları yiyecekleri yatakları her şeyi ayırdım. Ben hastaneden gidiyorum ve çok korkuyorum,dedi. Ayakkabılarını bile yıkıyormuş. O sırada kulağımdaki bit kadar küpelere bakıp hocam bunları çıkarın takılara da yapışıyormuş ve  havada üç saat asılı kalıyormuş dedi diğeri. Korku dolu gözleri ile kulağımdaki mini minnacık küpelere baktıklarını fark ederek  elimi  gayriihtiyari kulaklarıma götürerek küpelerimi  gizledim. Buna benzer o kadar çok anlatılacak şey var ki. Bir şey daha anlatayım: Geçen gün yanıma bir hekim arkadaşım geldi sağlıklı bir adam. Ya ben sanki biraz keyifsizim ve boğazım ağrıyor, dedi. Bunu demesiyle birlikte yanımdaki genç asistanım yok oldu birden. Covid korkusu.😨
 Ya arkadaşlar delirmeyin elinizi yıkayın temizliğinize dikkat edin, kalabalık yerlere gitmeyin, risk grubundaki yakınlarınıza bu aralar görüşmeyin,  bu yeter dediysem de yok dinlemiyor kimse. Buradan yazayım tekrar yoksa içimde kalacak.
                Şimdi benim anladığım Çin, Kore, İtalya ve İran tecrübelerine bakarak bu virüsten ölüm hızları ortalama yüzde bir ve iki.  İtalya’da küsürat fazlaymış. Yani ölüm oranları çok düşük. Tamam, istatistikler önemli değil tabii ki önemli olan kayıp. Ancak burada şöyle bir şey var: Diğer bütün enfeksiyonlar gibi COVİD-19 ‘da ileri yaş ve immun sistem yetersizliği (kanser hastalı, böbrek yetmezliği vs. ) olanlar için ölüm riski taşıyor ve ne yazık ki çok bulaşıcı. Bu hızlı bulaşması nedeniyle risk grupları çok ama çok tehlikede. Tekrar vurguluyorum ileri derecede bulaşıcı olduğu için risk grupları çok tehlikede.  Aslında biz kendimizi değil o risk gruplarını korumak için çok dikkat etmeliyiz. Tabii ki kendimizi de koruyacağız. Yani bir sağlık personelinin korona olduğu kesin veya muhtemel bir hasta ile  temasında  çok çok dikkatli olması ve bütün koruyucu tedbirlerini alması  gerek.O başka bir şey. Ama yani kız kardeşimle  koruyucu yöntemlere dikkat eden iki kişi olarak oturup konuşamayacak mıyım? Veya kulağımdaki bit kadar küpeden ne istiyorsunuz? Evdeki genç sağlıklı insanlarla bu kadar izole olmak ne ya? Bilmem anlatabiliyor muyum?
             Herkes uzaylı gibi oldu. Herkes birbirinden korkuyor. Ne olacak bu işin sonu bilemiyorum.
Eldeki  verilere  göre düşüncem bu. Daha dikkatli daha farkında ama bu kadar da endişeli olmamalıyız.    
                                                                                                          Feride Cihan Göktan
                                                                                                                 20.mart .2020
 Tuğçe'nin cevabı da böyle olmuş bu yazıma 
             
 Bİzim insanımızda zaten biraz 'aşırı temizlik' hastalığı var. Mutfak tezgahlarını klorakla ova ova kanser olan insanlardan bahsediyoruz. Bu çok bulaşıcı hastalık olunca durum daha da kötüleşti. Yalnız hafife de almamak lazım. Italya'da olanlar içler acısı. Yaşlı nüfusu çok fazla bir toplum olduğu için ölüm sayısı çok fazla, bugün itibariyle Çin'i aşmış durumda. Ama yine de olan sadece yaşlılara ve zaten hasta kişilere oluyor demek çok riskli.Çünkü toplumlar karmaşık bir sistemle ayakta duruyor. Zincir reaksiyonlar var, daha farkına bile varamıyor olabiliriz. Italya'nın kuzeyinde, ölümlerin çok oluduğu bölgede tabut kalmamış. Cenaze görevlileri, mezar kazıcılar, bu unuttuğumuz detayları hallediveren insanlar hastalanmış cenazelerle başa çıkamaz olmuşlar. Bunlar çok önemli. Sistemlerimiz düşündüğümüz kadar sağlam değil. Hergün 120 cenaze kalkan yerden 600 cenaze kalkmaya, insanlar da hasta olmaya başlayınca çöküyor. Türkiye'de durum aynı olur. Bir de tabii diğer insanlar var. Hastahaneler bununla uğraşırken başka hastalıklara yakalanma sanşsızlığına düşenler ne olacak? Bütün bunları düşününce, evet, kız kardeşinle de görişmeyeceksin ne yazık ki. Aynı evde yaşamadığın herkesle karşılıklı görüşmek bir risk çünkü. Hesabını yap. Senden kızkardeşine veya ondan sana bulaşırsa virüs, sonunda kaç kişiye daha bulaşmış olacak?    
     
             Kafalar karışık yani. Bilemiyorum.                                                                                                        

19 Mart 2020 Perşembe

CORONA GÜNLÜKLERİ 1


CORONA GÜNLÜKLERİ 1
Corona Günleri … Neresinden başlasam bilemedim. Bu kadar telaşe, bu kadar endişe, bu kadar bir güvensizlik… Ne oluyoruz ya? Gerçekten ne oluyoruz? Yarın ölecek miyiz? Ölsek sanki daha iyi de solunum sıkıntısı,  sevdiklerimizin yoğun bakım ihtiyacı, hastanelerde yatak bulamama korkusu, toplu ölümler… Kabus gibi.  Önümüzdeki hafta ne olacak?  Hep beraber kafayı yemeden görebilecek miyiz ne olacağını… Vallahi bilemiyorum.  Depremler oldu,  seller oldu,  kuleler yıkıldı. En büyük şehirlerde terör bir sürü can aldı. Sınırımızda savaşlara tanık olduk. Hiç böylesi olmadı. Bu korku, bu panik, bu dehşet içinde geçen günler.  Sebep ne? Ancak mikroskopla görebileceğiniz nanometre ile ölçülen yani bir metrenin milyarda biri olan bir canlı ile karşı karşıyayız. Bütün dünya el ele verdik metrenin milyarda biri boyutlarında olan gözle göremediğimiz mini minnacık tabirinin bile çok yetersiz kaldığı bir canlıya karşı saf tutuyoruz. Bütün dünya omuz omuza. Zenginler fakirler Avrupalılar Asyalılar gençler yaşlılar,solcular sağcılar heteroseksüeller homoseksüeller güçlüler güçsüzler,  bütün ezeli ve ebedi düşman olanlar… Herkes. Hepimiz.  Bu küçücük ötesi şeyin size büyütülmüş görüntüsünü koyayım da bir bakın kim bu düşman?
Taçlı bir düşman. Korana adı bu nedenle verilmiş. Tacına bakar mısınız? Dikenli taç.  Demek ki bu mikroskobik dünya canlılarında da taçlı olanlardan korkmak gerekir. Bütün dünyaya kafa tutan mini minnacık bir kral.
Erkeksen çık karşımıza diyemiyoruz.  Çünkü hiç tanımıyoruz daha. Nedir, ne değildir? Neler  yapacak hepsi  şu an açık değil. Çin’e gitti. Tamam. Oradan korkutucu haberler aldık derken İran ve sonra İtalya’ya sonra da diğer Avrupa ülkelerine uğradı. Görenler ürkmüş vaziyette. Hepsi perişan.  Bize de gelecek.  Hatta kapımızdan girdi gibi.  Ne yapacağız? Bu diğer gördüklerimize benzemiyor. Savaşlara, depreme, yoksulluğa…Çünkü artık tv ekranında değil. Bu çok yakınımızda. Çok yakınımızda. Aldığımız nefeste ve hiçbir şey dinlemiyor. Bakalım neler olacak? Yaşayacağız ve göreceğiz.
Sizlere yaşadıklarımı ve gördüklerimi zaman zaman belki her gün belki gün aşırı yazmaya karar verdim.  Çünkü olay çok zengin, çok yönlü ve çok ders çıkartıcı. Belki bir şeyleri  birlikte  düşünür belki yazdıklarıma itiraz eder belki  doğrularım olur veya yanlışlarım. Belki sizler de katkıda bulunur bazı şeyleri daha iyi irdeleriz. Tabii ki ne yaparsak yapalım, ne yazarsak yazalım, bu anlaşılamaz kaotik kocaman dünya ama küçücük bir virüs karşısında neredeyse çaresiz kalan dünya için bütün bunlar  sadece bir damla. Hatta nanometre ile ölçülebilecek kadar mini minnacık ötesi küçük bir damla.  Belki hemen okunur belki yıllar sonra. Belki yalnızca ben okurum. Belki başkaları.  Olsun. Neden olmasın?
Üstelik tacı da yok. Olsun. Yine de “CORONA GÜNLÜKLERİ” başlığı ile yazacağım.
                                             

                                                                                                                             Feride Cihan Göktan 

15 Mart 2020 Pazar

Feci Bir Dünya



 Bir face arkadaşım Migros’ta kulağına gelen bir çiftin diyaloğunu yazmış. Korona günlerinde Migros’u istila edenlerden bir çiftin konuşması bu. Önlerindeki alışveriş arabasını ağzına kadar doldurmuş kasa kuyruğunda bir çift.
 Adam: Tamamdır artık ya, neredeyse memleketteki tüm marketleri boşalttık. Başkalarına da bırakmamız lazım. Yetmez mi bu kadar?
Kadın:Tamam mı? Koronalara yeter belki.  Ama, bak bir de çekirgeler meselesi varmış. Çekirgeler sürüler halinde sınır kapımızda bekliyorlarmış.  Belki kıtlık olacak. Temkinli olmalıyız. Lütfen sen beni dinle…
Bu kulağa  fıkra gibi gelen diyalogun ortamına bir bakın. Bütün Migroslar boşalmış vaziyette. Herkes bir şeyler kapıp alışveriş arabasını tıka basa dolduruyor. Korona virüsü tehlikesine karışmış bir de çekirge sürüsü tehlikesi. İşte linkini de buraya koyuyorum. (bu çekirge tehlikesini duymamıştım. Oysa bugünlerde bu da konuşuluyormuş) işte size link: https://www.habererk.com/gundem/400-milyar-cekirge-nereye-gidiyor-turkiye-cekirge-istilasi-kapida-h124924.html
Şimdi sırası gelmişken ben de hemen haber vereyim. 29 Nisan’da da dev bir asteroid Dünyaya çarpabilir ve insanlığı yeryüzünden silebilir.😱 (yani Migroslardan bencilce, başkasını düşünmeden  aldıklarımızı tüketemeyebiliriz  bile ) İşte linki:
Sanki bir film içinde gibiyiz. Distopik bir film. Gerçek mi bütün bu olan biten.  Gittikçe tırmanan terör, savaş, göç, depremler, sel felaketleri ve yetmezmiş gibi şimdi bütün dünyayı pençesine alan ve sürekli yayılan virüs dehşeti. Çekirgeler de eksik kalmamış. Hatta artık sona geldik uyarısı: Asteroid çarpabilir ve bu dünya yok olabilir.
Bir korku gezegenine dönüşen dünya.  Korku… Dünya ve ben yok olacağım korkusu… Ben yok olacağım.😰
İşte bütün dünyadaki adaletsizliklerin, hak yemelerin, gücü gücüne yetenlerin, doğayı istediği gibi katletmekte hiçbir sakınca görmeyen zavallı küçük insanoğlunun dünyayı getirdiği yer burası. Korku tünelinden geçiyoruz hepimiz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın demesek bile bizi ilgilendirmez dedik rutin konforlu hayatlarımızda. Gözümüzün önündeki haksızlıkları görmezden geldik.  Adalet arayışlarımızda ya zaten adalet mi var, boşuna arama, dendi hep kulaklarımıza. Grönland buzulları eriyor sadece flaş bir haberdi dünya için… Okuduk ve unuttuk. Yine arabalarımız en kısa mesafeler için bile altımızda. İki de bir gereksiz uçak yolculukları.  Alışveriş çılgınlığı. Daha ne diyeyim? : Etrafınıza bakın. Neredeyse her şeyin dünyayı tüketmek için olduğunu görürsünüz. Her şey.
Haliyle şimdi Migros’taki kadın dehşet içinde. Korku, etrafımızdaki o bireysel konforlu çemberimizi zorlamaya başladı. Korkuyoruz.
Son söz:  İyi bir insanlık olsaydı, iyi bir insan olsaydık şimdi ütopyalar gerçekleşecekti belki. Ama kötü bir insanlık ve kötü insanlar olduğundan KORKARIM Kİ  distopyalar gerçekleşecek.
Umarım son söz  doğru değildir. İyi ki umut var. Az bile kalsa. Zorlasak da… İyi ki var. Başka bir çaremiz yok.
                                                                                                       Feride Cihan Göktan 
                                                                                                        mart/2020 



5 Mart 2020 Perşembe

Fotoğraf Bu : (Aynı gün belki de aynı saatte çekilmiştir)


  
 Köpek: Yorkshire cinsi. Adı TED’miş.
 Çocuk: göçmen. Cinsi insan. Adı bilinmiyor.
  -Savaşlar ve yoksulluk hep olmuş, yine olacak, insanlığın kaderi ve kederi bu, dedi adam.
             -Hayır, dedi diğeri. Bu kader ve bu keder değişecek.  Bu fotoğrafı bütün dünya görüyor artık. İnsanlar bir beyin taşıyorlar kafalarının içinde ve bir kalp var göğüslerinde. Bütün dünyadan bahsediyorum.  O kalabalık dünyadan.  Milyarlarca insandan, milyarlarca beyinden ve milyarlarca kalpten.  Yani  5’ten büyük olan dünyadan. Bu kader ve bu keder değişecek. Mecburen. Başka türlü olmaz. Başka türlü olamaz.

not: Mutlu köpek fotoğrafını bugün ben çektim sahibinden izin alarak. Diğeri aynı gün medya fotoğrafı